top of page

Benli Sultan Dergahı ve Nefesleri

 

Ilgaz Eteklerinde Bir Çiçek

Fotoğraflar

Fotoğraflar

Yazan: Nurettin ŞÖY

Yazan: Nurettin ŞÖY

Sunuş

Peygamberimiz  S.A.V. Hz.leri  şöyle buyurmuştur. “Kim bir mü’minin hayatını  yazarsa,sanki ona hayat vermiş gibidir.”

Mânâ erleri olan Allah dostlarının manevi iklimlerinde  hüsnü-zân ile  seyrü sefer eylemektir murâdımız.

 

BÜYÜK İNSANLARIN HAYATLARINI ANLATIRKEN…

Hacı Veyiszâde Mustafa Efendinin Hayatlarını anlattıkları kitabında Sn.Mustafa ÖZDAMAR Beyefendi öyle bir tespitte bulunuyor ki,kaçmadan,göçmeden,kelime oyunlarına sığınmadan gayet yalın bir ifade ve izah tarzı..kendi anlayış ve kavrayış dereceme göre şahsen hayran oldum..

--Bu büyük insanın (Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi) hayatını derlerken,onu,önce torunu Mustafa FAYDA’ya sordum.İstanbul İstanbul İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr.Mustafa FAYDA,Hacı Veyiszâde’nin kızının oğlu: -“Hocam ,dedim.dedeniz merhum bir bilgeydi.Büyük bilgeydi.Büyük insanlık ailesinin her zaman muhtaç olduğu müstesna şahsiyetlerden biriydi.Onun hayatını derlemeyi ve belgesel roman tarzında kitaplaştırmayı düşünüyoruz.Biliyorsunuz,büyük insanların hayatlarını olduğu gibi verebilmek,oldukça zordur.Ya atar ya katar insanlar böylesi çalışmalar da…”

Evet bu cümle bizim mihenk taşımız oldu…Bu çalışmayı yaparken, “atmadan ve katmadan” tamamlayabilmektir gayemiz.

 

Prof.Dr.Abdulkerim ABDULKADİROĞLU’nun yazdığı Kastamonu’da Bayrâmîlik ve Şemsizade Ailesi Kitabının 7 nci sayfasında Sunuş Bölümün de Sn.M.Mesut BOYACIOĞLU,annesinin babası Şeyh Hafız Mustafa Sabri Efendi’nin kendi elleriyle yazdığı aile şeceresinin baş kısmında yazdığı şu cümle ile başlıyor. :

 

HASEP İLE İFTİHAR ŞER’AN CAİZ DEĞİLDİR.MAAMAFİH HASEBİ ZAYİ ETMEYEREK HIFZEYLEMEK LÂBÜDDÜR.

 

Anlamı şudur:Soy-sop ve geçmişle övünmek dînî kurallara göre câiz ve uygun değildir.Bununla birlikte soy-sop bağlantılarını koparıp kaybetmemek,hatta korumak şüphesiz ki çok yerinde bir harekettir, ….diyor ve sunuş bölümüne devam ediyor.

 

Yapılacak olan her işe ait bir çerçeve çizilmiştir ki, bunun dışına çıkmak sınırlarını zorlamak hiçbir kimseye bir faide sağlamaz,ciddiyet ve samimiyet ortamının muhafazası için göz önün de tutulması gereken olmazsa olmazlardan olan bir kuraldır bu. Geçmişin azîz hatırasına saygı duymak, vücuda gelen hizmetlerde emeği geçenleri hayırla yâd eylemek,gelecek nesillere geçmiş  zamanların kültürlerine ait olaylarını  aktarırken bazı atmosferlerdeki havayı koklatabilmek,

mevcut il kültürümüze katkıda bulunmak,vel hasıl gönüller de bir hoş seda bırakmak olacaktır inşallah gayemiz.

Eskiden tapu kayıtlarından belge çıkarmak isteyenler şöyle ifade ile dilekçeye başlarmış..falan yerde mûkîm ırsen mûrisi olduğum falan zâtın … diye devam eder. Bizim de ırsen murisi olduğumuz Benlisultan dergâhına hizmeti geçenleri, anlatırken duygusal yaklaşımlarımız veya ifadelerimiz olabilir, şimdiden Sürçi lîsan eylersek affola.

 

Anlatılan olayları,kişileri,yerleri ve  bahsedilen konuları değerlendirirken,karşılaştırırken özellikle o tarihteki sosyal,ekonomik,kültürel,örf,adet,gelenek,görenek v.b  kriterlere göre değerlendirilmesinin  daha isabetli olacağını  tahmin ediyorum.

                                                                                                          NURETTİN ŞÖY

BENLİSULTAN KÖYÜ VE

SÎNELERDE BİR YÂD-I CEMÎL

ŞEYH  MUHİTTİN EBU ŞÂME (BENLİSULTAN HZ.LERİ)

***

(1842-1925)

(KARAALEMDARZÂDE AİLESİ )

ŞEYH MEHMET ŞÂNİ HZ.LERİ

ŞEYH MEHMET ŞÂDİ HZ.LERİ

ŞEYH NURETTİN KARASU HOCA EFENDİ

 

 

DUALARIN ÖZÜNDEN,ÖZÜMLENEN  BİR DUA

Şuâra sûresi Hz .İbrahim (A.S)’ın duası;

83- "Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;"
84- "Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisân-ı sıdk) ver."
85- "Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl,"

            ÖNCE İNSAN OLMAYI BECERMEK…

Tasavvufta; vekil olmak,halife olmak ,Şeyh olmak o kadar önemli değildir.Bunlardan en önemlisi önce insan olmaktır.(M.Rasim KILIÇ (K:S))

            ÖN YARGILARDAN UZAK,

Müslümanlara bakıp,İslâmiyet hakkında kanaat sahibi olmak ne kadar yanlışsa,aslından uzaklaşmış veyâ uzaklaştırılmış tasavvuf müessese ve mensûblarına bakıp hüküm vermek de o kadar yanlıştır.(Dr.Selçuk ERAYDIN Tasavvuf ve Tarikatler)

HAYIRLI TOPLULUK

Kur’an-ı Kerim de: “Hakk’a yaklaşma husûsunda vesîle arayın”.Mâide S.5/35

“Sizi hayra çağıran bir topluluk bulunsun” Âl-i İmran S. 3/104

“Ey îman edenler!Allah’tan korkun,bir de doğrularla beraber olun”Âl-i İmran 3/31 buyrulmaktadır.

YARATILANI HOŞ GÖR….

-İki derviş Ramazan ayının yaz günlerine geldiği zamanların birinde seyahat için yola koyulmuşlardır.Gölgelik yerlerden gitmeyi tercih ederler haliyle.Vakit öğle üzerini aşmış yorulmuşlardır.Yorgunlukları açlıkları her halinden belli olmaya başlamıştır artık.Yolları üzerindeki bir manastırın yakınından geçerken bir rahip bunları görür ve önlerine dolaşır.Onları dinmeleri için manastırın bahçesinde gölgelik bir alana davet eder.Dervişler teklifi geri çevirmez kabul ederler,varıp oraya otururlar.Rahip gayet güleryüzlü ve samimi davranır dervişlere,hoşsohbet devam ederlerken bir ara rahip onlardan az müsaade ister az zaman sonra dönmek üzere.Giden rahibin arkasından dervişler birbirlerine derler ki ne kadar iyi bir insan hoşsohbet güleryüzlü birisi teklifini kabul edip geldiğimiz iyi oldu gelmese idik  belki bu mubarek ramazan günün de bir insanı üzmüş olurduk diye konuşurlarken rahip öte taraftan çıka gelir amma gittiği gibi dönmez.Gelirken mükellef bir sofra ile dönmüştür,sofrayı dervişlerin önüne koyar .Buyrun afiyetle yiyin açlığınız ve yorgunluğunuz gitsin.Dervişler birbirlerinin yüzüne bakar.Yemekleri yeseler kasden oruç bozmaktan 61 gün oruç tutacaklar,yemeseler az önce kendi aralarında övgüyle bahsettikleri rahip kırılacak üzülecek işin için de kasıt da yok belli ki rahip ramazan olduğunu bilmiyor.Bütün bu sorulara cevap ararlarken içlerinden bi tanesi diyor ki –varmısın 61’i tutmaya.diğer arkadaşı da başıyla evet işareti yapıp ona katıldığını tasdikliyor,başlıyorlar yemek yemeye.

Farklı dinlerden olmalarına rağmen birbirlerine olan davranış şekli ve Tanrı'nın yarattığı insana verilmesi gereken değerin ne olması gerektiğini bariz şekil de anlatan bu darb-ı meselin örnek alınması temennimizdir. Kutlu Peygamberin Nevebi sofralarından nimetlenen kutlu insanlar ancak bu kadar zarif ve kibar olabilir.Reddi miras eylediğimiz bu insanların önünde saygıyla eğilmekten başka bir şey gelmez elimizden.

Gerçek hümanistlerin kimler olduğu hususunu, okuduklarınızın yorumunu sizlere bırakıyorum.İnsanların birbirine günaydın demeye dahi çekindiği,basit meseleler yüzünden bir hiç uğruna nice canlara kıyıldığı günümüz toplumunda ki insanımızın ne noktada olduğunu kimse görmezden gelemez zannederim.Bütün yatırımların önce insan eğitimi ve öğretimine yapılması lazım.Diplomalı cahilleri yetiştirip arkasına bir etiket ekleyerek toplum içine ve özelliklede topluma hizmet veren yerlere getirmenin hiç manası yoktur.Anaokulundan başlayıp üniversiteden diplomasını alana kadar geçen zaman zarfında  insanımıza çok şeyler verilmeli eğitilmeli ve öğretilmeli.

-Eğitim Konusu  ile ilgili olarak değerli mütefekkir ve ilim adamı Seyyid Ahmed ARVASİ hocamız ne diyor bakın; “Psikolojinin tek başına eğitim olayını açıklamayacağı açıktır.Eskiden 

eğitim,yalnız öğretmen ve öğrenci ilişkisi kabul ediliyor ve psikolojinin verileri yeterli görülüyordu.Oysa eğitim,bir sosyal olgu olarak tarih boyunca varlığını sürdürüyordu….Eğitime düşen görev,ham,kaba ve sistemsiz olan yaygın eğitimi çağdaş verilerle düzenlemek geliştirmek,ilmî bir eleştiriye tabi tutarak,toplumu yabancılaştırmadan çağdaşlaştırmaktır.Bu sebepten eğitimin vazgeçilmez niteliği “millî” olmasıdır.”(Eğitim Sosyolojisi –Burak Yayınevi)

TASAVVUF NEDİR?

Tasavvuf, İslam inanışına göre, ruhu kötü huylardan temizleyip (safa), hakiki bilgiye (yakın) ulaşma yoludur. Sufizm olarak da adlandırılır.Kavramları netleştirmek için mistisizm ile tasavvuf arasında herhangi bir ilişki olmadığını hatırlatmak gerekir. Mistisizm Hristiyanlığa mahsustur. Mistisizmin hedefi sevgidir. Tasavvufun hedefi ise akıl ile kavranamayan Allah'ın varlığını kavramak yani müşahade ve yakındır. Mistik kişi dünyada edilgendir ve kendisine verilenle yetinir. Tasavvufçu ise bir amaca yönelik olarak bir şeyh önderliğinde sürekli ilerleme amacını taşır. O nedenle mistisizmde şeyhler yoktur.

KAYNAĞI:

İslam tasavvufunun kaynağı olarak Islam peygamberinin peygamberlikten önce Hira mağarasında inzivaya çekilmesi gösterilebilir. Nitekim Peygamber orada nefsini terbiye ile uğraşmış ve halktan uzak durmuştur. Bunun neticesinde kalbi peygamberliğe hazır hale gelmiştir. Veliler de peygamberlerin varisleri olarak aynı yolu takip etmiştir.

Tasavvuf kelimesinin hangi kökten geldiği konusu tartışmalıdır. Zaten tasavvufçular için çok da önemli değildir bu. Arınma anlamındaki safa, yün giyinen anlamındaki sufi kökleri en çok itibar edilenlerdir. Zira tasavvuf arınmadır ve tasavvufçular bir fakirlik simgesi olarak yün elbise giyinirler.Tasavvuf etimiyolojik olarak af tasası anlamına da gelebilir. Allahın rızasını kazanmak ve yakına ulaşmak için af tasası içinde olmak sürekli bir tövbe ve edeb durumunda bulunmak.( tr.wikipedia.org/wiki/Tasavvuf - 66k) 

GÜLÜ GÜL İLE TARTARLAR:

Hz. İsa (A.S.) ya civarından biri hakaret edip ağır laflar sarf ediyor. Dostları:

"Ya İsa, niçin ona karşılık vermediniz ?" diye sorunca, Hz.İsa'nın cevabı şu oldu: " Herkes yanındakini verir. Onda olan benim yanımda yoktu"

 

NEDEN TASAVVUF; Asıl amaç son nefeste imanlı gitmektir.Bunun için gösterilen sây-u gayrettir asl olan, gerisi teferruattır.Davud A.S. Hz.leri secde de halinde iken günlerce ağlarmış,otlar bitermiş ağladığı yerlerde..Mekr-i ilahiden emîn olmak yoktur,(son nefeste imanlı gitme)Şanlı halife Hz.Ömer  (R.A) z.leri cennetle müjdelendiği halde imansız gitme korkusu ile titremiş,münafıkların listesi elinde bulunan Sahabe Huzeyfe (R.A)’den elindeki listede kendi ismi olmadığını öğrenince şükür secdesine varmıştır. İmam Şâ-râni Hz.lerinin Tabakatül Kübra isimli eserinde büyük evliya Süfyân-ı Sevri Hz.leri buyurur ki, -“zamanımda 3 tane büyük âlime hizmet ettim her üçü de son nefeste imansız gitti” buyurur.Manevi büyüklerimiz ,İzah edilen bu mevzuulardan dolayı imansız gitme korkusu karşısında dehşete kapılmışlardır,sonsuz bir alem ölüm yok daha ,sonsuz kere sonsuz kim izah edebilecek bunu,rakamlar aciz, akıl aciz ,insan hayal bile edilemiyor bu şekil üzere azap görmeyi, cehennemde yanmayı. Daha da kötüsü Cemâlullâhı ve Hz.Resulu Zîşân Efendimizi, görememeyi işte bu gerçekler, bilenleri, dünyadan ve onun kandırmacasından uzaklaştırmıştır.Uzaklaşmak demek mevcut ictimai ve sosyal hayatı terk edip sorumluluklardan kaçmak değildir, İmâm-ı Âzam Ebu Hanife hz.leri hem imamdı hem de tüccar.Alacaklısından borcunu tahsil için gittiğinde evin gölgesinden istifade etmedi ,alacağıma faiz bulaşır diye,Abdulkâdir Geylani Hz.lerine ahırlarında bulunan atlarını sordular, o devir de at demek şimdiki en pahalı otomobil idi, büyük insan boşuna büyük olmamıştı, anladı ne için sorulduğunu sorunun, ve derhal cevabını verdi, dedi;evlatlar atlar kalbime değil ahıra bağlı.Sahabe efendilerimizden zengin olanlar vardı onların zenginliği imanlarını kuvvetli olmasına engel değildi.Onların; düsturları şöyle idi,el kârda gönül yârda olmalı,halk içinde iken bile Hak ile olmalı,veren el alan elden hayırlı idi çünki.

 

Yapılan üç adet amel den bahsedilir ki her biri zahiri görüntüsü ile büyük sevap kazanılacak amellerdir.Yüce Allah C.C.’u kalpleri en iyi bilen O’dur.Amel sahiplerine hesap günü o yaptıklarını kendisi için değil de gösteriş için yaptıklarını yüzlerine vurur.Sevap diye başladığın 

şey oldu sana büyük günah.Kibir küçük şirktir.Mevlâmızın affetmediği tek günah şirk.Demek ki ibadet ederken bile günah işlenebiliyormuş.Peki içerden bunun oto kontrolünü kim yapacak işte bu noktada mürşidi kamillerin telkin ve tavsiyeleri girer ortaya.Onlar tavsiye ve telkinde bulundukları şeyleri bihakkın yaşadıkları ve yerine getirdikleri için söylemlerinde tesîr gücü vardır ve etkili olurlar karşısındaki insanlara karşı.Söylediğini yaşayan;yaşadığını söyleyen.Şu özellikleri kelimelerin izah edemeyeceği bir durum dur ki; bir kişi de olsa bin kişi de olsa karşısında, kalplerdeki manevi ihtiyacı karşılayacak şekilde sohbet ederler ve sohbet sonunda ister bir olsun, ister bin, her bir kişi hocaefendi sanki kalbimi okudu da eksikliklerimi söyledi der. Sudurlardan sâdır olan ,Rabbâni ilim bu olsa gerek.

 

 Tasavvuf erbabı,der ki bu ilim sâdır ilmidir,satır ilmi değil.Satır ilminde gördüğünü yazarsın,duyduğunu söylersin.Bu tabirlerin anlamını ehli bilir ancak.Bu tabire İlmiye sınıfının itiraz noktası şudur;rahleyi tedristen geçmeyen elif,be’yi bihakkın hatmetmeyen nasıl olurda insanları irşad eder.Kur’an-ı Kerimde geçen Kehf suresindeki Hz. Musa ile Hızır A.S’ın  aralarında vukuu bulan hadisedir ki,ululazim bir peygamber ilim tahsili için Hızır A.s’ın peşine düşmüştür.Hızır A.S’ın gerçekleştirdiği fiiller şer’i manada incelendiğinde hüküm bellidir nettir yapılan fiil  yanlış gelmektedir insana, ama neticesi itibari ile incelendiğinde takdire şâyandır.İlmi Ledün apayrı sadece ve sadece ehlinin vâkıf olabileceği bir ilimdir ki herkese nasip olmaz ve her yiğidin de harcı değildir.İlmiye sınıfı, Ümmiliği kabul etmezler,Üves el Karâni Hz.leri ümmi idi.Ümmi Sinan Hz.lerini,Lâdikli Ahmed Ağa’yı herkes bilir.Son iki yıl olmasa idi Numan helak olurdu demişti Sabit Bin Numan İmamı Azam Ebu Hanife hz.leri.O büyük zatı korku ve endişeye sevk eden neydi,Meşhur Bursa Kadısına sokaklarda ciğer sattıran Üftade Hz.leri neyi temsil ediyordu.Yunus Emre Hz.lerinin kitaplarını tetkik edip uygun görmediğini nehre atan Molla Kasım hangi beyti okuyunca beyninden vurulmuşa döndü.Koskoca cihan padişahı Fatih Sultan Mehmed Han’ı talebeliğe kabul etmeyen(senin mâlik olman,sâlik olmandan yeğdir) onu vazifesine devam için ikna eden kimdi neydi, bu insanların etkileri neydi ki,neden bu kadar etkili oluyorlardı.Hz. Mevlâna,Hacı Bektaşi Veli Yunus Emre,Şeyh Şabanı Veli,Benlisultan Hz.leri aradan geçen yüzyıllardan sonra bile  insanların kalbindeki sevgilerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir.Yakın tarih güzel Kastamonu ‘muza bakınız,Deli Eşref .Eşref efendi olarak bilinen ehli irfana yakın olanlara  göre bir veli Allah dostu ,bilmeyene anlamayana göre ise meczub.Amma hâlâ adı dillerde gönüllerde menkıbeleri anlatılıyor,nice mektep medrese ehli büyük diplomalı zevat ise sadece yaşadıkları çağ da anılmış sonra unutulmuş burada inceliği fark edebilmek için Mevladan yardım dilemek lazım.

  Efendimiz S.A.V. Hz.lerinin  büyük cihad olarak bahis eyledikleri  nefs terbiyesi muhakkak ki ehil mürebbiyelerin eli ile gerçekleşmesi halinde faydalıdır.Nefs şöyle tabir edilir yedi başlı bir ejderha bu ejderhanın her bir başında yetmiş baş bulunur.Her babayiğidin harcı değildir bunlarla baş etmek.Kardeşi, kardeşten;arkadaşı, arkadaştan;anayı,oğuldan koparan bunu da Rızâ-i Bâri adına yaptığını  söyleyen sapık ve sahtekârlar, bu işi sabote etmek için şeytanın ajanlığını yapan cahiller güruhudur.Hallerini,hareketlerini düzelterek,memlekete,millete faydalı olmak iştiyakında olan,Allah demek isteyenlerin önüne bir sürü engel çıkaran bu nâehil kimselerin elinde oyuncak haline gelmiş saf niyetli bir sürü müslümana şahit olmuşsunuzdur.Özellikle zararlı alışkanlıklara bağımlı olan insanlar bu kötü işlerden kurtulmak için ruhunda kopan fırtınaları teskin etmek amacıyla sâkin ve huzurlu bir liman arar, tövbe edip huzurlu bir hayat yaşamak isteyerek, kendilerini bu hayattan kurtaracaklarına inandıkları kişilerden ilk gördüklerine, araştırmadan soruşturmadan tabîi olurlar.Orada her duydukları her gördükleri doğrudur onlar için,araştırma yoluna gitmezler söylenenlerin doğru olup olmadığı hususunda,bir şeyleri araştırıp soruşturdukları zaman sanki eski süfli hayatlarına bir elin onları tutup atıvereceğini ve o eski bataklıktan hiç çıkamayacaklarını zannederek her söylenene,her yapılana evet derler.Birileri de bu insanların bu psikolojilerini bildiklerinden onlardan çeşitli şekil de dünyalık olarak yararlanırlar.Bu noktada kim kazanır kim kaybeder yarın mahşer günün de âyan beyan ortaya çıkacaktır.   Ancak  ehli sünnet vel cemaat çizgisindeki Muhammedî yoldan ayrılmayan, kılı kırka yaran,yanına gelen insanların cepleri ile değil de kalpleri ile ilgilenen, kutlu insanların nurlu yolunda, onlarla beraber onların nurlu izinden yürümekle ancak bu nefs denilen canavar ile  baş edilebilir.İzlenen yolun farklılığı insanların farklı karakterlerde yaratılmasından başka bir şey değildir.Bu doğal farklılığı, düşmanlığa dönüştürmeye kimsenin hakkı yoktur ve bu işlere önayak olanların vebali çoktur.

 Evet 21nci yüzyıla geldik,1400 yıllık bir tecrübe birikimi var önümüzde.Bir Kerbelâ vakasını gördük ki,din adına dini getiren şanlı peygamber torunları katledildi hâlâ yüreğimiz yanar,Menemen Vakâsını yaşadık kanımız donar,cahil insanların neler yapabileceğini gördük,uzağa gitmeye gerek yok 80 li yıllar ders oldu bize derken cahalet yeniden hortladı 

Madımak’ta,o zamandan bu zamana yaşanılan acı olaylardan yeteri kadar tecrübemiz oldu,mihenk taşlarımız belli,artık anlaşıldı ki insanların hoşgörü zemininde kimseyi inancı nedeniyle itelemeden kötülemeden, asgari müştereklerde buluşarak, bu yaşanası dünyayı daha yaşanılır hale getirmekten başka çareleri yoktur.Son noktayı koymuştur Hz.Peygamber efendimiz. “Kendin için istemediğini,başkası için isteme.”diye söylemiştir.Daha ötesi yoktur bu işin vesselam.

 

“Zât-ı Hak’ta mahrem-i irfan olan anlar bizi,

İlm-i sırda bahr-ı bî-pâyan olan anlar bizi.

 

Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz,

Vech-i bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi.

Ey Niyâzî katremiz deryâya saldık biz bugün,

Katre nice anlasın ummân olan anlar bizi…”

Niyâzî Mısrî’nin (1617-1694)

 

 

EDEB Ya Hû…

Bahaeddin-i Şah-ı Nakşibendî (k.s.) buyurmuştur:

Men vasale illa bil edeb,Men sakate illa bi’t-terkil edeb (Kim Hakka ulaşmışsa ancak edeble ulaşmıştır. Kim de makamından düşmüşse, ancak edebi terk etmesindendir.)

Edep bir tâc imiş ol nûru Hüda dan.Giy ol tâcı Emin ol her belâdan.(Anonim)

Cüneyd-i Bağdâdî KS Hazretleri buyurmuşlardır ki:

"Edeb ikidir: Biri gizli, biri de âşikârdır. Gizli olana âdâbüs-sır derler ki, kalbin tahâreti ve temizliğidir. Bu, mânevî olan âdâbdır. Aşikâr olanı ise temizliğin zàhir olanıdır ki, bu da bütün a'zâları ma'siyyetten, küçük-büyük bütün günahlardan ve kusurlardan muhafaza etmektir."

İnsanın edebi,zeheb(altın)inden daha hayırlıdır.(Anonim).

SAKIN TERK-İ EDEPTEN

Sakın terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-i Hudâ'dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir makam-ı Mustafâ'dır bu.!..

Felekte mâh-ı nev Bâbu's-selâm'ın sîne-çâkidir;
Bunun kandîli, cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bu!

Habîb-i Kibriyâ'nın, hâbgâhıdır fazîlette;
Tefevvuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu, deycûr-i adem zâil;
Amâdan açtı mevcûdât, çeşmin tûtiyâdır bu.

Murââd-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha;
Metâf-i kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.!

Nâbî

17. yüzyıl (IV. Mehmet dönemi) Osmanlı şairlerinden Urfalı Nâbi, bir grup devlet erkânıyla hacca gitmek üzere yola çıkar. Medine-i Münevvereye yaklaştıkları gece, Peygamber Efendimiz'in (sav) huzuruna varma aşkıyla uyku uyuyamayan Nâbi, bir devlet adamının, ayakları kıbleye karşı uyuma gafleti üzerine, o anın ilhamıyla bu kasideyi söyler ve yazıya geçirir. Medine-i Münevvere'ye girdiklerinde sabah ezanının okunma vaktidir ve minarelerden Türkçe bir kaside okunmaktadır. Nâbî, dehşetle, okunanın kendi şiiri olduğunu farkeder. Hemen müezzine koşar 

ve bu şiiri nereden öğrendiğini sorar. Müezzin şöyle cevap verir: Bu gece rüyamda Efendimiz (sav)'i gördüm, bana 'Ümmetimden Nâbî adında bir şairin, benim hakkımda yazdığı bu kasideyi oku!' dedi. Ben de aynen okudum. Nâbî sevincinden bayılıp, düşer...

 

Edep;ön şart ve  ilk adımdır, başarıyla atıldığı zaman merdivenin basamakları daha sağlıklı çıkılır.Tekke ve dergahların duvarlarını süsleyen serlevhaların başında gelir, evlerimiz de bulunur.Edeb yâ Hû.Temeli Şanlı Peygamber Efendimiz (S.A.V.)  Hz.lerinin rahle-i tedrisin de yetişen eshab-ı suffa zamanın da atılmıştır.O güzel insanlar Efendimiz A.S.’mı dinlerken o kadar edebli idilerdi ki,başlarına kuşlar konardı da haberleri olmazdı.Hiç kimse Peygamberimizin yüzüne bakmaya cesaret edemezdi hayasından dolayı,seslerini ondan alçaltarak konuşurlardı,bedeni hareketleri de ha keza aynı idi.Hz.Ebu Bekir R.A. ve Hz.Ali R.A. yolu ile günümüze ulaşan tasavvufî akımlarda en evvel talibliye öğretilen edep olmuştur.  

 

DÜNYA SULTANLIĞINI MI? AHİRET SULTANLIĞI MI?

İbrahim Edhem hz.leri Belh şehrinin Sultânı idi.Bir gece sarayında yatarken çatıdan sesler geldiğini işitti seslendi kim o diye.Cevap veren kişi deve  mi kaybettim onu arıyorum dedi, İbrahim Edhem hz.leri yahu dedi adam devenin damda ne işi var.Cevap verdi çatıdaki; Allah aşkını sen nasıl kuş tüyü yataklarda yatarken ararsan ben de deve mi çatıda ararım.Cümle bu kadar.Her şey dondu, saatler durdu,başını iki eli arasına alıp düşünmeye başladı Belh şehrinin sultanı.Evet söyleyen doğru söylüyordu.Tâcı tahtı bıraktı vezirine, eline aldı asasını o diyar senin bu diyar benim dolaştı.Mürşidini buldu hayatı değişti,günlerden bir gün bir ırmak kenarında O sultan eskiyen elbisesini tamir ediyordu,güneşte kızaran vücuduna rağmen işine devam ediyordu.Tâcı devir ettiği veziri o yöreden geçerken gördü padişahını haline acıdı yanına vardı selam verdi efendim tâcınız tahtınız sizi bekliyor buyurun gidelim sultanım dedi..O mübarek vezirinin yüzüne bakarak elindeki iğneyi nehre atar ve sonra da seslenir iğneyi getirin diye.Nehrin yüzü bir anda balıklarla dolar içlerinden bir tanesi,iğneyi ağzına alır ve kıyıya gelir  İbrahim Edhem hz.leri uzanır balığın ağzından o iğneyi alır sonra vezirine dönerek der ki,şimdi söyle bakalım o sultanlık mı iyi yoksa bu sultanlık mı?

 

ZÜHD SAHİBİ OLANLAR:

Şeyh Şâban-ı Veli hz.leri  buyururlar ki “Zahid(zühd sahibi)ise bir fakir gelip de bütün mal ve mülkünü istese yanında onu vermekle bir tozu alıp bir tarafa atmak arasında bir fark ve ehemmiyet görmeyen kimsedir…”(Fazıl Çiftçi)

 Bir serveti vereceğiz de elimiz yüreğimiz titremeyecek ,ihtiyaç sahibi bir insana bir simit parası verirken bile kırk defa düşünüyoruz.

Zunni Mısrî hz.lerine bir ev hediye edildi,gitti kapıyı açtı içerde oturmaya hazırlanırken kapı çalındı açtı kapıyı .Gelen Allah Rızası için bir şey istiyordu,hemen isteyen kişiye, kendisine hediye edilen  evin anahtarlarını eline tutuşturuverdi al hayrını gör dedi arkasına bakmadan çekti gitti. İşte o büyüklerle bizim aramızdaki fark .Zühd,verâ,takvâ,hayâ..

 

CAHİLDEN EVLİYÂ OLMAZ.

Cenab-ı Hak Teâla Hz.leri bir kimseye velayet nasip edecekse, o kimse ümmî de olsa ona ilm-i zarûrî ihsan eder.Amel ve ibadetleri yapacak kadar,şer-î ilimleri bilir.(Mehmed Feyzi Efendiden Feyizli Sözler)

 

EVLİYÂLIK TASLAMAK;

Yalan yere evliyalık taslamak,îmansız gitmeye sebeptir.(Mehmed Feyzi Efendiden Feyizli Sözler)

Burunları kâf dağında olan,nefsinin pençesinde haps olmuş mürşid olarak geçinen bîçâreleri gördükçe bu sahte tasavvufçuların arkasına gizlendikleri maskelerin neler olduğunu  ve sahte yüzlerini, onlara acıyarak temaşa ediyoruz. Bu umut taciri cehennem taşlarının bilinmesi ve bunlara uyulmaması için toplumumuzun uyanık olması,bilinçlenmesi lazımdır.Maalesef toplumumuzda en kolay yapılan siyaset ve ticaret,inançlar üzerinden yapılandır.Çünki  saha çok geniş olduğundan çalışma alanı ve ortamı gayet müsaittir.Toplumu çeşitli sapkınlıklara kanalize etmek isteyen ve bu yolla ceplerini,kasalarını doldurmak en tehlikelisi de devletin bekası yönün de zaafa uğramasını isteyenlerin cirit attığı bir meydandır.Eskiden bu tür akımlara kırsal kesimin okumamış halkı kapılırmış şimdi bakıyoruz aydın görünen yüksek diplomalı insanlar dahi bu akımlara kapılabiliyorlar.Mevlâ cümlemize akıl ihsan eylesin,neyi niçin yaptığımızı bilebilelim.

Birbirlerine sevgi, muhabbet aşılayan,sevgi ve merhamet tohumlarını yeryüzüne saçan;kin,garez,nefret gibi kötülüklerin yeryüzünde insanların arasında yayılmasını önlemek için ellerinden gelen gayreti sarfeden örnek insanlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

 

Râzî rahimehullah  buyurdu ki:

“Bu asırda meşihat davası yapan kimselerin çoklarının sohbeti semmi katildir (öldürücü zehirdir). Yalnız Cenab-ı Hak’dan ilham ile yahut ehli tarikden sadıkların şehadeti ve sıdkının emmaresi zâhir olursa, onunla musahabet de fayda olur. İzinsiz şeyhliğe başlayan kimsenin ifsâdı, islahından çok olur. Bu gibi şeyhlere Kuttâ-ı târik-ı (yol kesici) günahı yazılır. Böylelerinden kaçınmak lazımdır. Çünkü bunlarda, insan kılığında şeytanlık vardır ki onu bilmek çok zordur.

Babadan veya dededen miras, müteşeyyih evlatlarla, ilimsiz ve amelsiz şeyh kisvesine bürünmüş kimselerle musâhabet (sohbet etmek) caiz değildir. Her kim ki, Cenab-ı Hak ile “Sıdkım hâlısdır, Hakiki rütbeye erdim” diyerek şeriat-ı garraya tabi olmazsa ve tekalifi şer’iyye’nin kendinden sakıt olduğunu iddia ederse, iyi bilsin ki, böyle olan kimseler zındıktır. Böyleleriyle ünsiyetten sakınıp bunların sohbetinden derhal uzaklaşmak lazımdır. Böyle echel müteşeyyih müsvetteleri bilmelidirler ki, şeriat, hakikat tohumunun kabuğudur. Kabuk yardım etmezse tane nema bulmaz ve büyümez. Halbuki, ehl-i hakikat ittifak ve ittihad ettiler ki, bir hakîkat ki, şeriat o hakikatı red ederse, o hakikat değildir; zındıkadır. Her kim ki tekalif-i ilahi ipini boynundan atarsa bâtıla ve dalalete düşer.

 

 

NÛR HALKASI-LANET HALKASI

Abdest aldıkların da büyükler boyunlarına mesh ederken “Allah’ım boynuma lânet halkasını geçirme” diye dua ederlermiş.Bazı insanlar var ki hülyalara kaptırmıştır kendini, arş-ı âla da beliren halkayı kendi boynuna geçsede velayet tâcı başıma konsa diye arz-ı endam eyler dururlar.Velayet tâcı bir nûr olsa gerek öyle herkesin gelip başına konmasa gerek.Mânevi çekim alanı oluşturanlar,yüzlerine bakıldığın da Allah (C.C)’ı ve Şanlı Peygamberini hatırlatanlar,karşısındakinin kalbin de sürûr oluşturan,çiçekler açtıran manevi haz aldıran, baktıkça yüzlerine bakmaya doyum olmayan  bu insanlar Allah’ın lütfu Keremi ile bu işe seçilse gerek. İblis (Aleyhillağne) Hz.Adem A.S.’dan önce yeryüzünde ders veriyordu meleklere ve gökte asılı duran lanet halkasını göstererek,bu diyordu ilerleyen zamanlarda birinin boynuna geçecek.

 

ÜMİD VE KORKU ARASINDA BULUNMAK

Havf ve reca her inanan insanın kalbinde tuttuğu  ve tutması ve ona göre hareket etmesi gereken bir duygudur ki,emniyet sübobudur.Fazla ileri gidince,imansız gitme  korkusu insanı frenler,fazla  geri kalıp tam ben cehennemlik bir insanım demeye başlarken bu kez de ümit devreye girer.Mevla, Umduklarımıza nail,korktuklarımız dan emin eyleye,  işte İnsanoğlu bu med-cezirler arasın da gidip gelir.

“Ümit ve korku arasında olmak, her insan için lazım olan bir dengedir. Zira, ne kadar Müslüman olursak olalım yine imansız ve cehennemlik ölebilmemiz mümkündür. Ne kadar günahkar yaşasak yaşayalım sonunda Cenab-ı Hak tevbe nasip eder, imanlı ve cennetlik gidebiliriz. Hz. Ebubekir (r.a.)’in şöyle söylediği nakledilir: Gökten bir ses duysam ki "tüm insanlar cennette olacak bir kişi cehennemde" diye, korkarım ki cehenneme gidecek o bir kişi ben miyim? Yine "tüm insanlar cehennemde olacak bir kişi cennette" denilse, ümid ederim ki acaba cennete gidecek o bir kişi ben miyim?. Müslümanın imanı "Havf ve Reca", korku ve ümit arasında olması gerekir. Hiç kimse Allah'ın azabından emin olamaz. Ancak onun gazabından rahmetine, azabından bağışlamasına sığınarak cennetini ümid ederler. Bizde bu dengeyi muhafaza etmeliyiz. İbadetimizi hakkıyla yapıp Cenab-ı Hakkın bizi cennetlikler listesine almasını ümit etmeliyiz.”( www.sorularlaislamiyet.com)

HOŞGÖRÜDE, ZORLANAN SINIRLAR

….Benim o zaman çok berbat günlerimdi.Ne şaşkınlıksa gittim,türbenin önündeki kanepelerden birine oturdum,içiyorum.Meze de var artık.-Ne zaman oluyor bu?(Kitap yazarı soruyor.)-Akşamdan, aman ağam demişim,yassıdan sonra  filan işte geşmiş gün…Derken biri yaklaştı yanıma.Şöyle alaca bulaca bir karanlık var ortalıkta.Sakallı,eli bastonlu biri yaklaştı.Eğildi,mezeden lokmacık aldı.:Oğlum,dedi,bu helâli şu haramla kirletme!Çoluğunu çocuğunu bekletip üzme!Kendini de böyle harap etme!Böyle dedi,sonra da sırtımı tıpışladı gitti.(Hacı Veyiszâde-Mustafa ÖZDAMAR SYF 136) (Konuşmalar mahalli ağızla yazılmış fakat buraya alırken değiştirdim.)

Sosyal bilimler ne der bu işe bilmem amma kendisi derya olan bu âlimler asil davranıları ile hep çekmişlerdir,itmemişler merkezi çekim kuvvetini bu yolda harcamışlardır.Düşseydi ham ve kaba bir softanın eline vay haline o vatandaşın.

Bir mecliste oturan gençlerden bir tanesi  o an için  sergilediği hareket ile yadırganacak bir ortam içinde bulunmuş bunu gören bizim ham softalardan biri vermiş veriştirmiş gence şöyle terbiyesiz böyle adapsız bunu duyan genç az önce yaptığı hareketi bırakıp normale döneceği halde tamamen zırvadan çıkmış bir hale bürürnmüş.O sırada içeriye devr-i kadim bir beyefendi girmiş o genci o halde görünce hiç istifini bozmadan –Vay efendim siz falanzâdelerden falan beyzâde değilmisiniz,pederi âlinize saygı hürmetlerimi arz ederim hususan …diye delikanlıyı taltif ederken daha cümlesi bitmeden o genç olumsuz halini aniden bırakarak edebli bir hale bürünerek, tevazuu göstermeye başlamış.Kıssadan hisse..Arife tarif gerekmez.

 

 

KULUN HÜSNÜ ZANNI,..İLE CENNETE GİDEN GÜNAHKÂR

Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v. buyurdular ki:

"Allah Teâla hazretleri diyor ki: "Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, bende onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.” Buhari, Müslim

Kastamonu-Taşköprü Uluslar Arası sarımsak kültür festivali için buraya gelen ve bir vesile ile kendisi ile tanışma şerefine eriştiğim Değerli insan Celal YAZICI beyefendiden dinlemiştik…Köyün birinde annesinden başka kimsesi olmayan gariban ,içkiye müptela bir genç yaşar ve bu bir gün hastalanır,ince hastalık denilen vereme yakalanmıştır,kurtulma imkanı da yoktur.Köyün muhtarı,köyün imamaına giderek falan sarhoş genç artık ölmek üzeredir,öldüğü zaman onun cenazesini yıkamayacağın gibi,köyün mezarlığına defnedilmesini de engel olacaksın.Dedikleri gibi o genç vefat eder,annesi gelir imama oğlunun cenaze tekfin işlerini yapmasını ister ,imam da muhtarın ihtarını anlatır bu vazifeyi yapamayacağını söyler.Çaresiz kadın oğlunun cesedini sırtına yükler başlar yürümeye köyden uzaklaşıp bir ovaya geldiğinde bir çobanla karşılaşır,çobana durumu izah eder çoban elinden gelen ne varsa yapmaya hazır olduğunu fakat cenaze yıkamasından,namazını kıldırmasından anlamadığını söyler.Yaşlı kadın yapılacak işleri ben tarif ederim yeterki sen yardım et der çoban kabul eder.Mevtayı bir dereye götürürler annesinin tarifi ile çoban cenazeyi yıkar,namazını kılar sonra bir mezar kazar ve mevtayı toprağa indireceği sırada Allah’a şöyle bir niyaz da bulunur.Ya Rabbi…biliyorsun ben misafiri çok severim.Misafir gelince düğün bayram ederim,ona önce süt kaynatır veririm karnını bir güzel doyururum,işte şöyle ağırlarım,böyle ağırlarım.İlahi ya Rabbi huzuruna biraz sonra göndereceğim ve senin misafirin olacak bu arkadaşa sen de ikram eyle ya Rabbi der ve defin işini halleder..Aradan geçen az bir zaman sonrasında köyün imamı o genci rüyasında görür.Cennet nimetleri ile donanmış bir şekilde gayet güzel bir vaziyette görür.Sabah olunca gencin annesine gider durumu anlatır,teyze ne yaptınız da bu geç bu derecelere kavuştu der teyze de olanı biteni ve çobanın duasını anlatır….

Kişilerin şekline şemaline bakıp da hüküm veren onları hemen bir yerlere namzet eyleyen kısa görüşlü dar kalıplar içinde hareket edenler, Tanrı’nın rahmetinin taksimatının kendi ellerinde üzerlerine tapulu imiş gibi davrananlar, takkelerini önlerine koyup düşünmeye varsalar iyi olur.

Kıdemli bir ilçe müftüsünden dinlemiştim..Kot pantolonunun ilk moda olduğu ve hippilik akımının gençler arasında  yayılmaya başladığı zamanlarda kıyafeti ve tarzı yüzünden ayıpladığı bir genci o gün caminin en ön safında gördüğünü ,herkes çıktıktan sonra  o gencin vecd içinde nasıl samimiyetle dua ettiğini bizzat müşahede ettikten sonra bir daha hiçbir kimseyi,saçı ile giyim tarzı ile eleştirmeyeceğine dair kendi kendine söz verdiğini söylemişti.

 

KEŞFEDİLMEYİ BEKLERKEN KAYBOLUP GİDENLER:

Kaynağını hatırlayamadığım fakat güncel yaşamdan aldığımı zannettiğim insan karakteri ile ilgili bir tespiti  sizlerle paylaşmak istiyorum… “Hepimiz de içimizde kaynayan değerlerin hemen keşfedilmesini istiyoruz,olağan üstü yanlarımızı,hedeflerimizin büyüklüğünü bilsinler,bu fedâkar adanmışlığımıza bakarak bizi kutsasınlar/kutlasınlar istiyoruz.Sonra da ya yeteneklerimizi kıskanıyorlar yada bizi görmüyorlar,önemsemiyorlar diye hayıflanıyoruz.”

Övülmek,övgüye mahzar olmak nefis atını şahlandırır,şahlandıkça da gözünü karartır,dengeyi kuramadığı takdirde insanın ayağının manevi alemde kaymasına sebep olur.Maneviyatı sağlam olmayan insanın maddiyatından da hayır gelmese gerek,tek kolu olan insan ile çift kolu olan insanın durumunu düşününüz.Temel yaklaşım duygu dünyamızda karşılaştığımız övgü ve yerginin karşısında etkilenmemektir.Övüldüğün zaman da aynı kalabilmek,yerildiğin zaman da aynı kalabilmek.Yiğitlik budur.

 

KAPRİSLER CENDERESİNDE SIKIŞIP KALAN ENECİLER(BENCİLLER)

Dar kalıplara kendini sığdırmış olan sığ insanlar,at gözlüğü kullanmayı adet haline getirmişlerdir.Kendileri ve etkileri altında bulundurdukları insanları o dar açılı daireden çıkarmayan ve çıkarmak istemeyen bu sözde kurtarıcılar,tek tip bir insan tipi oluşturmaya çalışırlar,robotlaştırılmış bu insanlara dikte ettikleri şeyleri zahmetsizce yaptırırlar.Emir almaya alışmış olan bu insanların zamanla sorgulama yetenekleri bir şekilde yok edilmiş olduklarından hep aynı çevrede kalarak dışarı gün yüzüne insan içine çıkmak istemezler sosyal hayata dair eylemlerin ve aktivitelerin oldukları mekanlardan kaçarlar.Sıla-i Rahim Allah C.C ‘ın emri olduğu halde anneden,babadan,kardeşten,akrabalardan,komşulardan kaçarlar ve bunlarla  ilgi ve alakalarını kesmiş durumdadırlar.Halbuki Üveys el Karanî Hz.leri sırf annesinin emrine riayet etmek için Hz.Peygamber Efendimizi göremeden kapıdan dönüp gitmiştir ki. O’nun Efendimize olan sevgisini ve Efendimiz S.A.V. Hz.lerinin O’na verdiği kıymet mâlumdur böyle nice örnekler var iken dahi  ailelerini, öz anne babasından dahi kıskanır sakınırlar.Hep aynı gazeteyi aynı dergiyi okurlar alışveriş ettikleri esnaf bellidir kullandıkları markalar bellidir.Başlarını kumdan çıkardıkları takdir de gerçeklerle karşılaşmaktan,gerçekleri kendilerine söyleyecek insanların tavsiye ve telkinlerini dinlemek, bu gerçekleri hayatlarında uygulama cesaretinden yoksundurlar.Medeni cesaretlerini içinde bulundukları esâretten dolayı ön plana çıkaramazlar.Sorgusuz sualsiz itaat için vardırlar,zembereği kurulmuş oyuncak bebekler gibi ancak tek yöne gitme kabiliyetleri vardır,ancak bir el onları alırda başka yöne sevk ederse ne yapacaklarını şaşırırlar.  Bu çizginin dışına çıkmayı davalarına ihanet sanırlar.İç dinamiklerini sağlam ve ayakta tutmak için içinde bulundukları sistemin koruyuculuğuna soyunmuş olan ammâ tam usta olmayan kalfa ve çıraklar  tarafından sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılırlar, gardiyanlık yapanlar işlerini aklı sıra sıkı tutmaya çalışır.Bu gözetmenlerin üzerlerindeki etkisi o kadar têsîrlidir ki,attıkları adımları,aldıkları nefesleri bile haber vermek zorundadırlar.Bazen de içlerinden çıkan uyanıklar şahsi menfaatleri icabı dış dünya ile irtibat kurarak işlerini görüp tekrar kale içindeki surlarına çekilirler.Önce insan olma erdemine sahip olamayan bu sapkın gruplar kendilerinden olmayanları  ayırma yoluna giderek hareket ettikleri grup psikolojisi neticesinde kendi birlik ve beraberliklerini perçinlediklerini sanmaktadırlar.Doğruya bakış açıları ise, sadece kendi doğrularını kabul ederler,kendi vehim ve varsayımlarından oluşan düşüncelerini taçlandırarak inanç tahtına oturtmak suretiyle sertaç eylerler.Sekiz cennetin tahsisi sadece kendilerine mahsus olup kendilerinden olmayanlar açıkta kalmışlardır,yapacak bir şey yoktur açıkta kalanlar basiret gözünü açıp ellerini çabuk tutup bir an evvel kendilerine dahil olsaymışlar diye avuntu yaparlar..İki taraf vardır kendilerince biz ve bizden olmayanlar. Bütün bu yaptıklarını ne adına uyguladıklarını sorduğunuz zaman da cevap bellidir,İslam adına,İslamın en güzel şekilde yaşanmasını sağlamak adına, yapmışlardır.Halbuki bu kutsal dinin zerresine dahi vâkıf olamamışlar ve Güzelim İslâmı anlayamamış nice sapkın topluluklar görürsünüz,İslamın Yüce peygamberinin sosyal hayatının hiçbir kesitinde aşırılık yoktur.O hidayet rehberi,rahmet peygamberidir,gayet sade bir hayat sürmüştür.Yeri geldiğin de elbisesinin söküğünü kendi dikmiş,koyunundan sütü yine kendi elleri ile sağmıştır.Gayrımüslüm olanlarla olan münasebetlerine bakın aşırılık yoktur itidal vardır.O’nun halifeleri de aynı şekilde aynı yolu takip etmişlerdir.

Yukarı da izah etmeye çalıştığım  sosyolojik tahlil, aşağı da izah edilen görüşle paralellik arz ettiğin den buraya alarak açıklamayı uygun gördüm.Akademik bir çalışma ortamında doktora çalışmasının temelleri üzerine oturtulmuş olan tez’inde Dr.Yılmaz SOYYER ,Sosyolojik Açıdan alevi-Bektaşi geleneği,syf.17-18 kitabında  Soyutlanmış topluluk  kavramı ile ifade eder. “Teknolojinin bütün gelişmelerinden imkanları oranında yararlanan,-gelişme- fikrine açık;ancak inançları çevreyle uyuşmadığından dolayı onlarla ilişkide bulunmaktan kaçınan bir sosyal grub olarak ifade eder ve bunları iki boyutta inceler:Birincisi,çevrelerinin bu topluluğu kendilerinden saymayarak dışlamalarıdır.İkincisi ise bu topluluğun,çevreyi kendisinden saymayarak,kendi içine dönmesi ve bir –kültür adacığı-oluşturulmasıdır.Soyutlanmış olmak her iki açıdan da inanç temellidir.” “Soyutlanmış topluluk kavramı,daha çok kırsal kesim için geçerli ve başlayıcıdır. A.g.e.syf 20)

 

ELİ ONUN BUNUN CEBİNDE OLMADAN HAYATINI İDAME ETTİRMEK…

Hz.Pir Şeyh Şâban-ı Velî Dergahında yatmakta olan yine Başka Allah Dostu olan Kazan Dede’nin kabri başında bulunan serlevhada der ki;

İlim Kazan,

İrfan Kazan,

Dünyalık kazan,

Ahireti kazan,

Kazan da ye…

Tembellik,onun bunun sırtından geçinmek yok,nice peygamber A:S. el emeği ile yaptığı ürünleri satıp kazandıkları paralar ile iaşelerini temin etmişlerdir.

 

 

 

 

İSTİKAMET ÜZERE OLMAK:

-…………….. anlattı bir gün Ahmed Ağa: “Çukurova üzerinde tayyi mekân giderken, bir arkadaşımızın gözü takıldı aşağıda pamuk toplayan kadınlardan birine de… Pat diye attılar onu,anında yere!Aldılar o tayy esrarını kendinden.Parça ,parça oldu,dağıldı gitti!...Böğle durumlar da var oğlum,akıl sır ermez bu işlere!...İSTİKAMETTEN ŞAŞMAMAK LAZIM…İstikâmet üzere olmak lâzım…Evliya mevliya,atarlar aşağıya istikametten şaşanı…”

(Lâdikli Ahmed Ağa-Mustafa ÖZDAMAR)

Cüneyd-i Bağdadî (k.s) buyurdular ki: “Bir kimse havada bağdaş kurup otursa dahi iltifat etmeyin ancak şeriat ve sünnet üzere ise o başkadır.

 

KERAMETTE İSTİKAMET

İmam-ı Rabbâni hazretleri, irşad için gönderdiği halifesinden gelen haberde:
- Burada bir müstedriç var: Havada uçar, suda yürür, bir anda bir şehirden bir şehire varır. Halk peşinde, diyordu.
Cevap verdiler:
- Havada uçmak marifet ve kerametse, pis sinekler, karga ve çaylaklar da uçuyor. Suda yürümek kerametse, pis kaplumbağalar, yılan ve çıyanlar, hem dibinde, hem yüzünde yürür. Bir şehirden bir şehire gitmek kerametse, iblis ve ifritler de bir anda doğudan batıya giderler. Böyle şeylerin hükmü yoktur. Hakîki keramet: efrad-ı ümmetin kalbinde nuru imanı tutuşturmaktır.

 

Keramet haktır. Keramet, şirkten kaçıp kurtulmak, marifete kavuşmak, kendini yok bilmektir. Keramet ile istidracı birbiri ile karıştırmamalıdır.İmamı Rabbani-Mektubat

 

TASAVVUF YOLUNDA HOCANIN KIYMETİ:

Hindistan evliyasından Hüsameddin Mankpûri Hz.lerinin dergahına bir gün ihtiyaç sahibi bir vatandaş gelir,doğrudan hoca efendiye varır,halini arz eder uzak yoldan geldiğini ve paraya ihtiyacı olduğunu kendisine maddi yardımda bulunmasını ister, hoca efendi şu an kendisine yardımda bulunamayacağını ancak bir çift çizmesi olduğunu bunu verebileceğini ve çizmeyi  satıp parasını harcayabileceğini söyler.Bir çift çizme parasının işini görmeyeceğini bildiği halde hoca efendinin bir bildiği vardır herhalde der, gelen madur vatandaş hoca efendinin elini öper hayır duasını ile bir çift çizmeyi alır ve yola çıkar.Yolda dinlenmek için bir hana konaklamak üzere uğrar.İstirahatte olduğu bir esnada kapısı çalınmaya başlar ,kapıyı açar, karşısındaki kimse kendini tanıtır ve en son buraya gelmeden önce nereye ve kime  uğradığını sorar .Vatandaş da bütün olup biteni anlatır,kapıyı çalan vatandaş da bu kez kendi hikayesini anlatmaya başlar, Hana  dinlenmek için geldiğimde içeri girdim odama çıkacağım zaman üstadıma ait bir koku hissettim araştırınca sizin odadan geldiğini buldum.Lütfedip o çizmeleri bana satarsanız size reddemeyeceğiniz bir fiyat veririm der ve bu günkü manada servet sayılacak bir miktar karşısında çizmeleri alır,hocasının aziz hatırası için.

 

TASAVVUF YOLUNDA TALEBELERİN KIYMETİ:

Büyük âlim,Gavsul Azam Mevlana Muhammed Şeyh Hacı Halid Hz.lerinin dergahında, bir gün Üstâdın oğlu ile talebelerinden birinin aralarında cereyan eden bir mesele den dolayı ,  Üstâdın oğlu  talebeyi üzecek bir hareket yapmıştır.Talebenin gönül kırıklığı anında gayretullaha dokunmuş ve üstadın en sevdiği torunu Muhammed efendi hastalanıp yatağa düşmüştür.Aile efradı hastalığın iyileşmesi için şefaatçi olmak üzere büyük üstada gelmişler rica da bulunmuşlardır.O büyük âlim rabıtaya durmuş,rabıtası bitince kendilerine aynen şunu söylemiştir;Hz.Peygamber efendimize kadar çıktım rica ettim torunumun iyileşmesi için fakat kılıç kınından çıkmış benim öğrencimi incitmişsiniz,talebenin âhı anında kayda alınmış ve değerlendirilmiş yapacak bir şey yok sevgili torunumun başı ile ödeceyeceksiniz bunu, demiş ve en sevdiği torunu vefat etmiştir. Derler ki, Mâneviyatın Şeyhi,halifesi,vekili olmaz,yanlış yapan anında altüst olur tepe taklak gider bu düşüş dünya düşmelerine benzemez çok kötü olur.

 

Hz.Mevlânâ bir gün talebeleri ile meskun bir mahalden geçerken, karşıdan kendilerine yaklaşmakta olan mahallenin köpeklerinden kendilerine bir zarar erişir endişesi ile bazı talebeleri ellerindeki sopalarla veya yerden aldıkları taşlar ile köpekleri uzaklaştırmak istemişlerdir, Hz.Mevlana talebelerine mâni olarak şunları söylemiştir.Bırakınız onlara dokunmayınız,onlar Hüsameddin’imin  mahallesinin kelpleridir.İşte hz.Mevlana hassasiyeti,inceliği,zarafeti bakan bir daha baksın okuyan bir daha okusun belleğine iyice  yerleştirsin. “Çelebi Hüsameddin Hz.leri Mesneviyi not alan,hocasından duyduğunu kayd eden talebesidir.”

Talebelerine bağırarak,hakaret ederek güya onların nefislerini kırıyorum onları başlarına gelecek bu tür olaylar öncesinde sergileyecekleri hareket tarzları için hazırlıyorum martavalına sığınarak ,egolarını tatmin eden şevkat,sevgi,merhamet nedir bilmeyenler şuna dikkat etmelidirler ki,sermaye-i ömürleri elbet bir gün tükenecektir şiddetli hesap gününde her şeyin amma her zerrenin hesabı sorulacaktır aldıkları verdikleri nefesleri ile beraber insanları incitmenin kırmanın hesabını da vereceklerdir.

“Sakın incitme bir cânı,Yıkarsın Arş-ı Ramânı” Avlarlı Efe hz.leri 

 

İNKAR KALESİNE KENDİNİ HAPİS EYLEYENLER

Bir genç, Allah adamlarını, velîleri inkâr ederdi. Zünnûn-i Mısrî hazretleri yüzüğünü ona verip; “Bunu çarşıya götür, bir altına sat.” buyurdu. Götürdü, çarşıdakiler bir gümüşten fazla vermediler. Genç geri gelip durumu anlattı. “Mücevherâtçılara götür, bakalım ne verirler.” buyurdu. Bin altına o yüzüğü satın almak istediler. Genç geri dönüp durumu haber verdi. O zaman gence; “Senin Allahü teâlânın sevgili kullarını anlamadaki ilmin, çarşıdakilerin bu yüzüğü bilmeleri ve ona değer biçmeleri gibidir.” buyurdu. Genç bu söz üzerine tövbe ederek kalbinden o inkârı attı.

 

TASAVVUFTA Nakşibendiyye yolu:

 

 

 Usül:

Nakşibendi tarikatında temel esas Ehl-i Sünnet akidesine (inanç) sıkı sıkıya bağlı olmak, ruhsatı bırakıp azimetli olmak. Murakebeye  devam etmek  daima  Hakk'a   yönelik bulunmak. Dünya ya ait kötülüklerden uzak kalmak, Allah'tan başka her şeyden kaçınmak, huzur alışkanlığı kazanmak, çoklukta vahdeti bulmak dini alimlerden faydalanmak için cemiyetlere katılmakla beraber, avam tabakasından olanların teşkil ettikleri topluluklardan kaçınmak(dünyalık hırsı,saran kişilerden) Allah'ı zikre gizli olarak devam etmek, zikir esnasında Kerim olan Allah'tan bir nefes bile gafil olmamak için nefes alışverişte kendini kontrol etmek(hapsi nefes de denir), en büyük ahlakın sahibi olan Resul-ü Ekrem (s.a.v.) ahlakı ile ahlaklanmak gibi yüksek faziletlerdir..

Nakşiliğin Şartları

1- Pürüzsüz Ehl-i Sünnet itikadı,2- Sadık bir tövbe,3- Her türlü hak sahipleri ile helalleşmek,
4- Zulm etmemek, Zalime yardım ve meyletmemek,5- Hısım akrabanın gönlünü almak, onları memnun etmek,6- Bütün işlerde Sünnet-i Seniyye'nin gerektirdiği edebi devam ettirmek7- Her hususta dikkatli olmak.

Nakşibendi Tarikatı
İlim muşahede ve keşif sahibi kimselerin tecrübeleri ile Nakşıbendi tarikatı bütün tarikatların en kolayıdır. İlahi ahadiyetin tecellisine mazhar olmak için Nakşıbendi tarikatı insanı en kısa yoldan ulaştırır. Çünkü Nakşide müridin çalışmasından çok mürşid çalışır. Mürşid çok çalışır ve kalbindeki feyizleri müridin kalbine aktarır. Nakşıbendi tarikatının önderi ve Şah'ı ; Hz.EBUBEKİR (r.a.) ' dır. Resulullah Aleyhisselatu vesselam; bir Hadis-i Şerif'te ; " Yüce Allah (c.c.) benim kalbime neyi aktarıyorsa, bende O'nu Ebubekir'in kalbine aktarıyorum " buyurmuşlardır.

Nakşibendi tarikatı Ehl-i Sünnet ve'l cemaat itikadı üzerinde bulunmak bid'at ve uydurmalardan kaçınmaktır. Kötü ve çirkin huy ve alışkanlıklardan arınmak, güzel ve yüce ahlak sahibi olmaktır. Bu tarikatta cezbe hali, her şeyden önce gelir. Cezbeden sonra salik(öğrenci)perdelerinin ardındaki gizli aleme ulaşmış demektir. meczupluk hali iki şekilde olur. Birincisi;(Eğitime başlama süreci) Suluk'un başında gelip geçer.. bu Nakşıbendi tarikatında olmaktadır. İkincisi ; Salik bütün makamları aştıktan sonra zuhur eden bir haldir ki ; bu diğer tarikatlarda görülmemektedir. Bu sebeple " Nakşıbendi tarikatı diğer tarikatların dolaşıp ulaştıkları son makamı daha yolun başındayken ulaşır ve müride bunu gösterir " denilmiştir. Nakşıbendi tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından daha selahiyetlidir. Fakat bundan Nakşıbendi tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından daha faziletlidir manası anlaşılmasın. Anlatmak istediğimiz mana şudur ;

Nakşıbendi tarikatı diğer tarikatlardan daha kısa mesafeli ve daha kolaydır.
Nakşıbendi tarikatının usul ve temelleri de  güçlü ve üstündür.

Nakşıbendi tarikatında ilk önce kalbi zikri gelir, oysa diğer tarikatlarda, kalb zikri ikinci derecede gelmektedir. Nakşıbendi tarikatında normal olarak, yemek, içmek, uyumak, evlenmek ve çalışmak vardır. Açlık ve uykusuzluk derecesi diğer tarikatlara nazaran ikinci planda gelmektedir. bulundukları her yerde muhabbet kalplerinin tellerini İlahi merkeze bağlarlar. Elleri işte, kalpleri İlahi tefekkürdedir.(Halvet der encümen)

Kur'an-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır ; " (ALLAH'ın) Öyle kulları vardır ki onları ALLAH'ı anlamaktan ne ticaret ne de alışveriş alıkoymaz " Kısacası Nakşıbendi tarıkatı Sahabilerin (r.a.) uyguladıkları usul ve kaidelerdir. Sahabiler hangi yolu takip etmişlerse ne fazla ne eksik o yolu olduğu gibi takip etmektir. Sünnet'e bağlı kalmak, zahir ve batın işlerini ve durumlarını aynı ölçülerde düzeltmektedir.

Hayat işlerinden hiçbirini ihmal etmeden kalb huzuru bulmak ve manevi alemden feyiz almaktır. Genç ve yaşlı herkes ölü ve diri bu feyiz ve nurlar karşısında eşittir. hiç bir derece ve makamında zorluk yoktur. Bu tarikatın piri ve önderi; Hz.EBUBEKİR (r.a.). Halifelerin ilki ve öncüsü idi. Bu tarikatta diğer tarikatların önderi ve lideridir. Nurların ve sırların kaynağıdır. Diğer tarikatlarda olduğu gibi bu tarikatta da bazıları Sünnet'e aykırı olarak oynama ve benzeri davranışlarda bulunmaktadırlar, bunların bu davranışları şüphesiz Nakşıbendi tarikatı ile ilgisi yoktur. Özet olarak; Nakşıbendi tarikatı en güzel ve en olgun, en açık, en tatlı, en kısa, en kolay ulaştırıcı ve vardırıcı bir tarikattır. Bir şair şöyle demektedir ;

" Nakşıbendi tarikatının üstün özelliklerini hiç kimse tam olarak vasıflandıramaz ".

Minhacul-Abidiyn kitabında, Şöyle denilmektedir " Nakşıbendi tarikatı, uzunluk ve kısalığı diğer tarikatların ve ayakla yürünen yolların mesafelerine benzemez. Bu tarikat ruh ayağı ile yürüyen bir tarikattır. Tefekkürlerine çok önem verilen ve iman lezzetlerini esas kabul eden bir tarikattır. İlahi nurlara mazhar olan bir mürid, bu tarikatta daha erken ermektedir. Kimi bir saat, kimi bir hafta kimi bir yıl kimi ise altmış yılda erer. Bazıları da yüzyıl ağlayıp, sızlanmaktadır. Fakat kalbinde hiç bir iz olmamıştır. Samimiyet ve ihlas her işin başında gelmektedir. Hadimide;

" Nakşıbendi tarikatı, keşif ve kerametler tarikatıdır. Resulullah (s.a.v.) bir Hadisinde şöyle buyurmaktadır ;

" Batın ilmi, Yüce ALLAH'ın (c.c.) sırlarından bir sırdır. Yüce ALLAH (c.c.) bunu sevdiği kulların kalbine tecelli buyurur. "

Hiç şüphesiz bu ilim hangi kalbe girerse orada bir aydınlık ve genişlik meydana getirir. Tatarhaniye kitabında şöyle denilmektedir ; " Keşif ve kalb ilmi, öğretmek ve öğrenmek ile elde edilmez; Yaşanarak, çalışarak elde edilir. Bu kalb ilmi değil, hal ilmidir. Kur'an-ı Kerim'de Yüce ALLAH (c.c.) şöyle buyurmaktadır

" Bizim için çalışanlara, hiç şüphesiz yolumuzu gösteririz. "

İmam-ı Taftazani Şarhul-Makasit adlı kitabında şöyle demektedir ;

" Kul bütün makamları aşıp İlahi tecellilere ulaşınca zati Ahadiyyetin sırlarına mazhar olur. Bu dereceye erişen bir kul, kendi sıfatını ve varlığını, Yüce ALLAH'ın (c.c.) varlığında unutur, kaybeder. Varlık dünyasında Yüce ALLAH'ın (c.c.) varlığından başka hiç bir şey görmez. Gördüğü, duyduğu ve bildiği sadece O'dur (c.c.). Hadis-i Kutsi'de ; " Kul nafilelerle Bana yaklaşmaya devam eder. Takiben ; onun tutan eli, yürüyen ayağı ve konuşan dili olurum" diye işaret edilen mana budur. Bu tarikat bilgileri ile elde edilir, kalb ve ruhun sırlarına mazhar olmak için nefsin kötülüklerinden arınmak gerekir.

 Mahiyeti:
Tarikatın mahiyeti; ibadete devam etmek, belli saat ve zamanlarda zikir yapmaktır. Tarikat, hakikat ve şeriat hükümlerine göre davranışlarda bulunmaktır. Allah (c.c.) 'tan başka hiçbir gaye ve hedef edinmemektir. İç ve dış dünyasını her türlü kusurlardan arındırmak ve yüce gayeler peşinde koşmaktır. Kalbini bütün yalancı sevgilerden temizlemek ve İlahi tecellilere ermekten engel olan her türlü bağlardan kurtulmaktır. Her zaman Allah (c.c.) 'la beraber olarak hırs, kin ve düşmanlıktan uzaklaşmaktır. Bunun içinde kendini ve nefsini daima kontrol altında bulundurmaktır. Resulullah Aleyhisselatuvesselam 'ın yolunda bulunmak ve Sünnet'ine dört elle sarılmaktır.

Resulullah Aleyhisselatuvesselam efendimiz bir Hadis-i Şerifi'nde ;

" Benim için bir saat vardır ki , o saatte hiç melek-i mürekkeb ve Nebiyyi mürsel aramıza giremez " buyurmuşlardır.


 

--------------------------------------------------------------------------------
 


Nakşıbendi Tarikatının Asr-ı Saadet'ten bu yana aldığı isimler
Hace Muhammed Bahauddin Hz.'nin Piri olduğu Tarikat-ı Aliyye Asr-ı Saadet'ten bu yana değişik isimler almıştır.

Hazreti Ebu Bekir-i Sıddık (r.a.) 'dan Beyazıd-ı Bestami'ye kadar " Sıddıkiyye ", Ondan Abdulhalık-il Gücdevani'ye kadar Beyazıd-ı Bestami'nin ismine riayeten " Tayfuriyye ", Şah-ı Nakşibend 'in zamanına kadar " Haceganiyye " O'ndan sonra da " Nakşıbendiyye " denmiş ve bu isim günümüze kadar gelmekle beraber yanında zamanının büyük mürşitlerin lakapları da eklenmiştir.Şöyle ki ; Ahmed Faruk Hz. zamanında "Nakşıbendiyye Ahrariye " , M.Dehlevi Hz. Hz. Halidi Bğadadi Hz. kadar " Nakşıbendiyyi Müceddiye " ve sonra " Nakşıbendiyye Halidiyye " isimlerini almıştır.


Hace Abdülhalık Gücdevani’den intikal ettiği rivayet edilen onbir temel prensib, tarikatın temelini teşkil eder.

1. Vukûf-i Zamanî:  Manevi yolculuğa çıkmış müridin devamlı geçen zamanı değerlendirmesi, ona vakıf olmasıdır. Mürîd, bütün varlığı ile, boş vakit geçirmemeli, bütün zamanını iyi değerlendirmelidir. Her zaman Hakk’ı düşünmeli, O’ndan gafil olmamalıdır. Sözünü, işini kontrol etmeli, hayatına çeki düzen vermelidir.

2. Vukûf-i Adedî: Mürîd verilen dersin adedine de vakıf olmalıdır. Bahaeddin Nakşibend, kalbî zikirde adede riayetin, sadece hatırda mevcut olan, bir takım şeylerin zihinlerden uzaklaşması ile zikrin sağlayacağı neticenin gerçekleşmesini temin olduğunu belirtmiştir. Zikirden beklenen esas gaye, zikredenin kalbinin Allah ile huzur bulmasını temindir.

3. Vukûf-i Kalbî (Kalbi ayık tutmak): Zikreden kimse her zaman gönlünü Allah’a karşı uyanık tutmalıdır. Bu sayede masivaya karşı duyulan aşırı sevgi azalır.

4. Hûş Der Dem (Nefes alıp verirken gaflette olmamak): Hûş, akıl, dem ise nefes demektir. Hûş derdem ise, nefes alış verişte uyanık olmak, gafletten korunmaktır. Nefesleri gafletten korumak, kalbi huzura kavuşturur.

5. Nazar Ber Kadem (Ayağa Nazar): Yürürken önüne bakan kimse, masiva ile fazla meşgul olmaz, etrafa bakıp dalmak kalbi perdeler. Salik bu sayede ağyara bakmaktan uzaklaşır. Önüne bakan kimsede alçak gönüllülük hususiyetleri kuvvetlenir. Ayrıca ‘Nazar ber kadem” salikin kendisinden yüksek olanlara bakıp, isyankâr olmaması, aşağıdakileri görerek şükretmesi ve onlara gücü nisbetinde yardımda bulunması demektir.

6. Sofer Der Vatan (Hak’tan Hakk’a Sefer): İnsanın kötü huylardan, beşeri sıfatlardan, güzel huylara; insanî sıfatlardan, meslekî sıfatlara sefer etmesi, ahlaki olgunluğa kavuşmasıdır. Dervişlerin feyz alabilecekleri birini buluncaya kadar sefer etmesine de bu isim verilmiştir.

7. Halvet der Encümen (Toplulukla Halvet): Maddi varlığı halk ile meşgul olurken, gönlün hak ile huzur bulmasıdır. Bahaeddin Nakşbend; bu tarikatın “halvet der encümen” temeli üzerine kurulduğunu söyler.

8. Yâd Kerd (Zikretmek) İnsanın, murakabe mertebesine ulaştıktan sonra nefy ve isbatı belli bir müktar dil ile yapmasıdır.

9. Bâz Geşt (Dönüş): Nefesini tutup, nefy ve isbat zikrini (La ilahe illallah) yaptıktan sonra, nefesini bırakırken “ilahi ente maksûdî ve rızaike matlubî” cümlesindeki manayı düşünmektir.

10. Nigh Daşt (Muhafaza): Zikir yapanın kalbine sahip olmasıdır. Böylece kalbi nefsanî düşüncelerden, kalblere vesvese veren herşeyden kurtarmak ve korumaktır.

11. Yâd Daşt (Yadetmek): Allah’ı devamlı düşünmek, hatırdan masivayı atmaktır.

Bu tarikatte müridin vazifeleri, nefsine karşı vazifeleri, zikir, rabıta, Hatm-i Hacegan’ın ne şekilde olacağı mufassal olarak açıklanmış ve kayıt altına alınmıştır. Anadolu’da en çok yaygın olan tarikattır diyebiliriz.

 

 


Nakşibendiliğin İncelikleri

Nakşıbendiliğin İncelikleri
Allah dostlarının seçkinlerinden ve bu yolun en büyüklerinden, öncülerinden Hace Muhammed Bahauddin Nakşıbend ve O'nun şerefli halefleri şöyle dediler ;

" Peygamberlerin en üstünü kainatın efendisi Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in , Velilerin en faziletlisi, Ebubekr Sıddık (r.a.) Hazretlerine gizlice talim ettikleri en şerefli ilim olan huzur ve irfan ilmi, avam insanlardan gizlenmiştir. O gizli hazineye eriştirici yolun usulü ve çeşitli kazançları vardır ki ; Bu kısımda genişçe yazılmıştır.

Bu yolun erkanı üç husustur ki ;

Az yemek, az uyumak ve az konuşmaktır. Az yemek, az uyumaya; Az uyumak az konuşmaya; Az konuşmakta kalb zikri ile tam bir teveccühe yardımcı ve güç vericidir. Bunlardan murad , ancak gönül ve ruhla yüksek bir huzura varmaktır. Böyle olunca ; yemekte , uykuda ve konuşmada orta bir yolu takip etmek gerekli olur.

Nakşibendi Tarikatının Gayesi

 Bu yüce tarikatın amacı, amelde (ibadetlerimizde) ihlas (samimiyet) kazanmak için Allah (c.c.) sevgisini elde etmeye çalışmaktır. İhlas; dünya ve ahiret çıkarı gözetmeden bütün sözlerin, hareketlerin ve ibadetlerin Allah (c.c.) 'ın rızası (Allah Teala'nın Zatı) için yapılmasıdır. Bu gayeye sadece Sünnet'e uymak ve gafleti yok etmekle erişilir. Bunu sağlamak için bu yolun isteklisinin iki şeye devam etmesi gerekir.

1-Ruhsat ve bid'at'lardan kaçınarak Şeriat-ı Muhammediye'ye uymak.

2-Gafleti tamamen gidermek.

İşte Nakşıbendi tarikatı bu iki esastan ibarettir. Mürid gafleti kovarak ve Şeriat'e uyarak başarılı olabilir.

Bu yolun isteklisi, açlık tokluk, susma ve öfke halindeyken, uykuda, uyanıkken, dostları ve yabancılarla görüşürken, yalnızken, veya topluluk içerisindeyken kalbindeki düşünceleri bir noktada toplayıp nefsini dizginler, böylece kalbinin uyanık kalmasını sağlar. bu kişiyi fitne ve ayrılık rüzgarları etkileyemez. Aksine felaket, bela ve ayrılık halinde daha fazla uyanık olur. Mürid Sünnet'e uyarak bütün mekruh ve haramları hatta en iyi davranışın (Hilaf-i Evla) dışındaki uygulamaları bile yapmaz; dininin emirlerini yerine getirir. Eskiden yapmış olduğu haram ve mekruhlardan veya yapmadığı dinin emirleri için istiğfar eder. Bunlar uyulması gereken önemli kurallardır.

Mürid gafleti gidermek için çaba sarfederek huzur alışkanlığını kazanmaya çalışır. Buna Vukuf-i kalbi (kalbin Allah (c..c)'tan uyanık olması) denir. Bu yalnız zikir veya rabıta ile yahut her ikisi ile şiddetle kalbe yönelme ile kazanılır. Hak yolcusu kalbinin üzerinde o kadar durur ki, gaflete girmek istese giremez ve huzur alışkanlığını bırakmak istese bırakamaz.( Kaynak site www.yenidendogus.net./vb/tasavvuf/5986)

MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ HZ.LERİ

 

Irak'ın Süleymaniye şehrine bağlı Karadağ kasabasında doğan Mevlanâ Hâlid-i Bağdâdi (ö. 1242/1827) 'Hâlidiyye' kolunun kurucusudur. Hindistan'ın Delhi şehrine giderek Müceddidiyye koluna mensup Abdullah Dehlevî'nin (ö. 1240/1824) hizmetinde bulunmuş ve bir yıl gibi kısa bir zamanda Nakşibendiyye, Kâdiriye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye tarikatlarından icazet akrak geri dönmüştür. Soyu baba tarafından Hz. Osman'a (r.a.), anne tarafından da Hz, Ali'ye (r.a.) dayanmaktadır. İslâm dünyasında Celâleddin Rûmî'den sonra 'Mevlanâ' (Efendimiz, büyüğümüz) lakabıyla meşhur olan ikinci kişi olduğuna bakılırsa tesir ve nüfuzu anlaşılmış olur. Müderrislik de yapan Mevlanâ Hâlid'e ilim ve marifette çift kanatlı manasına gelen 'zülcenâheyri sıfatı da verilmiştir.

Bağdat'ta irşad faaliyetlerini sürdüren Mevlanâ Hâlid'nin müridleri kısa zamanda çoğalarak geniş bir alana yayıldı. Ünlü Hanefî fakihi İbn Âbidin, "Rûhu'l-Meânî" adlı tefsirin müellifi Âlûsî ve II. Mahmud'un şeyhülislâmı Mekkîzâde Mustafa Asım Efendi, Mehmed Refik Efendi gibi zatlar başta olmak üzere mûrid ve halifeleri arasında pek çok Osmanlı âlimi vardı.

Mevlanâ Hâlid, son zamanlarını Şam'da irşad ile geçirmiş ve burada vefat etmişti. O yüzden Suriye, Nakşibendî-Hâlidî Tarikatı'nın önemli merkezlerinden biri hâline geldi. Nakşibendîyye'nin temel kitaplarından "Behcetü's-Seniyye" kitabının yazarı Şeyh Muhammed b. Abduhah el-Hânî ile "Hadaiku'l-Verdiyye"nin yazarı Şeyh Abdülmecid b. Muhammed el-Hânî'nin Suriye'de büyük irşad faaliyetleri olmuştur. Bu koldan İsa b. Talhâ'nm halifelerinden Şeyh Ahmed KüftârÛ, uzun yıllar Suriye Müftülüğü yapmıştır. Tarikatın yayılmasında Hz. Peygamber (s.a.v) soyundan gelen Seyyidler önemli bir misyon üstlenmişIerdir. Tarikatın Anadolu'ya girişi daha ziyade Mevlanâ Hâlid'nın halifesi Şeyh Seyyid Tâhâ Hakkâri'nin eliyle olmuştur. Anadolu'daki Hâlidî kollarının büyük çoğunlugu bu zatın halifelerine dayanmaktadır.

Mevlanâ Hâlid'nin halifeleri vesilesiyle tarikat, Lübnan, İran, Irak, ve Mısır'da yayıldı. Son dönemleri itibariyle Hâlidiyye Kolu, Asya, Avrupa, Avusturya, Amerika ve Afrika'da da görülmeye başlanmıştır. Hâlidîler, bulundukları hemen her yerde Osmanlılar lehinde faaliyetlerini sürdürmüşler ve sömürgecilere karşı mücadele etmişlerdir. Özellikle Anadolu'nun müdafasında büyük mücadele vermişlerdir, Müridleriyle birlikte millî mücadeleye iştirak edip yaralanan ve bir kolunu kaybeden Şeyh Muhammed Ziyaeddin bunlardan sadece biridir.

Mevlanâ Hâlid, bu kadar geniş bir coğrafyada sadece müridleri ve halifeleriyle değil, yazdığı eserleriyle, kurdurduğu medreselerle, yetiştirdiği âlimlerle de ilmin ve hususiyle Ehl-i Sünnet akidesinin korunmasında ve yayılmasında büyük bir etkiye sahiptir. ■

 

KASTAMONU DA HALİDİLİK;

 MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ HZ.LERİN SON HALİFESİ

SEYYİD AHMED SİYAHİ HZ.LERİ

 

Ahmed Siyahî Efendi Hazretleri (d.1777 / ö.1874),Mevlana Halidi Bağdadi hz.lerinin en son halifesidir. Kastamonu velilerindendir. 1191 (m.1777) yılında Kastamonu'nun Kırkçeşme mahallesi Ahmed Dede caddesindeki evde doğmuştur. Babası, Sadî tarikatı dervişlerinden Demirci Ahmed Efendi'dir. Ahmed Siyahî Efendi, devrinin ilimlerini Kastamonu'da bulunan âlim ve sufilerinden aldıktan sonra icazet alıp Çorum'a gitti. Burada Yusuf Bahri Efendi Hazretleri'nden hadis ilmini tahsil etti. Bundan sonra birkaç defa Çerkeş'e gitti. Halvetiye-i Şa'baniyye büyüklerinden Şeyh Mustafa Efendi'nin sohbetlerinden yararlandı. Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri: "Senin feyzine sebep olan zatın adı Halid olacak. Onu ara" diye tavsiye­de bulundu. Bu günden itibaren Halid adındaki mürşidini aramaya başladı. Karayolu ile hacca niyet etti. Şam'a vardığında Mevtana Halid-i Bağdadî Hazretleri'ni işitti. Huzuruna varıp ders halkasına girdi. Halid adındaki mürşi­dini bulmuştu. Birlikte hacca gittiler. Başına devamlı siyah sarık sardığı için mürşidi ona "Siyahî" diye hitap ediyordu. Birlikte Şam'a döndüler. Sülukünu tamamlayıp hilafet alıncaya kadar Şam'da kaldı. Daha sonra mürşidi onu irşatta bulunması için m.1827 yılında Kastamonu'ya gönderdi. Kastamonu'ya dönüşünde Abdülbâki Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Öğretim ve irşad faaliyetlerini birlikte yürütmeye devam etti. Bir gün Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretleri'nin meşhur halifelerinden Abdülfettah-ı Akrî Hazretleri Bağdat'tan İstanbul'a geldi. Gelirken Ahmed Siyahî Hazretleri'ni ziyaret için Kastamonu'ya uğradı. Bu ziyaret şeyhi bölgede tanımayanların gözlerini açtı. Nitekim Kastamonu âlimlerinden olup şeyhin büyüklüğünü kabul etmeyen Keskinzâde Ahmed Efendi, Abdülfettah Efendi'ye gelerek tasavvuf dersi almak istedi. Bu talep üzerine Abdülfettah-i Akrî Haz­retleri: "Şeyh Siyahî buradayken bizim ders vermemiz edebe uygun olmaz" di­yerek onun yetiştirilmesini Ahmed Siyahî Hazretlerine havale etti. Keskinzâde de şeyhten özür dileyerek teslim oldu. Bir müddet hayırseverlerin tahsis ettikleri evlerde tarikatını yaymaya ve bazı medreselerde ders vermeye çalıştı. Daha sonra Safvetî Paşa'nın arzı ve Sultan Abdülmecid Han'ın iradesiyle kendisine dergâh yaptırıldı. Ahmed Siyahî Hazretleri'nin tasavvuf yolunda yetiştirip kendilerine hali­felik verdiği zatlar şunlardır:

 

Oğlu Abdülaziz Efendi.

Oğlu Seyyid Ahmed Hicabı Efendi,

Benli Sultan Şeyhî Şanî Efendi,

Sinop Müftüsü Hafız Ali Lütfi Efendi,

Hacı Mehmed Hulusî Efendi,

Şeyh Ahmed Efendi,

Reisü'l-Kurrâ Hafız Hasan Efendi,

Ma'rufizâde Hafız Hasan Efendi.

1291 (m.1874) yılında doksan beş yaşında olduğu halde, "Aman yâ Rasûlellâh" dedikten sonra vefat etti. Vasiyeti üzerine Çamurcuoğlu Hasan Ağa'dan intikal eden arsaya defnedildi. Oğullarına yaptığı yazılı nasihati ünlü­dür.(TEHASÜR)

 

ALTIN-MÜCEVHERAT’IN KIYMET TAKDİRİNİ ANCAK SARRAF YAPAR…

Bir padişah yeni tahta çıktığı zaman bütün İstanbul meşayihi kendisini ziyarete, tebrike gidiyorlar. Biraz sohbet,sonra, şerbetler, helvalar… Bir ara aklından geçirmiş padişah, bunların içinde en büyüğü hangisi acaba diye. Dağılırlarken vedâlaşma için tekrar musafaha edildiğinde, şeyhin biri padişahın kulağına yanaşmış: ”Sen küçüğünü göster, en büyüğünü göstereyim.” demiş.
 

 

 

 

Yukarıda  verilen bilgiler bu yazı konusunda bahsedilecek olan Kastamonu ili Merkez Ahlat Köyü Benlisultan Mahallesinde Medfun bulunan Şeyh Muhiddin Ebu Şame Hz.leri(BENLİSULTAN) ve aynı dergahda 1840’lı ve 1925’li  yıllarda irşad görevini yapmış olan Şeyh Mehmet Şani Hz.leri onun oğlu Şeyh Mehmet Şadi Hz.leri ve onun oğlu Şeyh Nurettin KARASU hocaefendinin  müntesibi bulundukları tasavvuf yolu ile ilgili olarak Hz.Ebubekir R.A’den itibaren Mevlana Halidi Bağdadi Hz.lerine kadar olan zaman diliminde bu ekolün  ortaya çıkışı,gelişimi,neleri içerdiğine dair son hali hakkında ve Kastamonu ili içindeki gelişimini anlatan genel manada sunulmuş bilgilerdir.

 

BÖLÜM -2-

 

KASTAMONU İLİNE AİT GENEL BİLGİLER-KÜLTÜR MERKEZİ OLAN VİLAYET

O cennete benzeyen yöre..( Şair Latîfî 1546)

(2 nci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri sayfa 189)

 

(Kastamonu ilimiz Türk kültür tarihinde, Anadolu'daki en eski yerleşim yerlerinden biridir. Bu özelliği, bölgenin Türk kültürü yönünden önemini artırmakta ve Anadolu kültür mozaiğinin teşekkülündeki fonksiyonun ortaya konulmasını zorunlu kılmaktadır.
Eski çağlardan beri Etiler, Dorlar, Paflagonyalılar, İranlılar, Lidyalılar gibi pek çok uygarlığa beşiklik yapan bölgenin, Kastamonu adıyla tanınmasına daha çok Doğu Roma İmparatorluğu döneminde rastlıyoruz. Danışmentler (1100), Çobanlar (1213), Pervaneler (1259), Candaroğulları (1292) ve Osmanlılar (1461)'ın da hükümran olduğu Kastamonu, beş Türk devleti ve beyliğine de ev sahipliği yapmış önemli bir kültür merkezidir.) (Kastamonu Halk Kültürü içinde yatır ziyaret inancı ve bu inanç çerçevesinde Şeyh Şaban-ı Veli etrafında oluşturulan efsaneler.Yard.doç.Dr.Zekiye ÇAĞIMLAR )

 

KASTAMONULU ŞAİRLER :

Türk edebiyatı tarihinin en eski ve sağlam kaynakları olan şuara tezkirelerinde Kastamonulu olarak zikredilen şairlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Yine kültürümüzün sacayaklarından birini teşkil eden mutasavvıf şahsiyetlerin bir kısmının Kastamonulu oluşu, ilin bu yapı içindeki önemini daha da artırmaktadır.
 
Sadece Osmanlı döneminde yetişen Âfitâbi, Ârif, Ârif Mehmed Efendi, Câmi, Dâi, Derviş Ahmed, Dilîri, Fâhir, Feride Hanım, Ferruhî, Fuâdi, Fünûni, Hâki, Halîmi, Hamdî, Harîri, Hâsib, İzzî, İzzet Efendi,Kıyâsi, Latîfi, Lâyihi, Mahvi, Mustafa Çelebi, Nâdi, Nihâni, Nûri, Râtib, Sa'di Çelebi, Senâyi, Sıdkî, Sun'î, Şâni, Şâvur, Şemsî, Şeydâ, Türâbi ve Zaîfi gibi pek çok divan şairinden anlaşılacağı gibi Kastamonu ilimiz, kültür ve edebiyat tarihimizin teşekkülünde önemli görevler üstlenmiş bir kültür kentidir. Geçmişin köklerinden gelen bu birikimin eğitim ve kültür hayatımıza katkıları bugün de devam etmektedir. ) (Kastamonu Halk Kültürü içinde yatır ziyaret inancı ve bu inanç çerçevesinde Şeyh Şaban-ı Veli etrafında oluşturulan efsaneler.(Yard.doç.Dr.Zekiye ÇAĞIMLAR) 2 nci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri)

 

 
 

BU KASTAMONU TAŞIYLA TOPRAĞIYLA MÜBAREK BİR YERDİR. (Mehmet Feyzi Efendi)

 Mehmet Feyzi Efendi: “ Nuh Tufanı’nda Cebrail (A.S.) Kabe civarından dört avuç toprak alarak dünyanın dört ayrı yerine atmıştır. Bu yerlerden birisi de Hz. Pir civarıdır. Nitekim bölgenin taşlık yapısı Mekke kayalıklarına benzediği gibi ASA SUYU’ nun tad ve kokusu da ZEMZEM ile aynıdır” demiştir.

 

KASTAMONU’nun FAZİLETİ:

 

Seydişehirli Şerafettin EFENDİ(*) anlatıyor:Selmân-ı Fârisi Hz.leri Şam ve Medine’ye doğru giderken Kastamonu’ya uğramış.Bugünkü Nasrullâh Camisinin yerinde bir nur görmüş.

Şeyh Şerafettin efendi Kastamonu’da 17 bin evliya yattığını söylüyor.Medine-i Münevvereden gelen hac delîlî Şeyh Osman efendi buraya gelince: “Burası küçük Medine-i Münevvere” dermiş.

Tâşıyla toprağıyla mubârektir bu Kastamonu.Mekke silsilesine bağlıdır.

(*)= Bu zât Eskişehir hapishanesinde Bediüzzaman Hz. İle beraber bulunmuşlardır,Kastamonu ya talebeleri olduğu için gelirmiş.(Feyizden Damlalar Musa Özdağ)

Muhterem Emin ACAR hoca efendiyi bir vesile ile 2008 yılı 7 inci ayda ziyaret ettik.Hacı Bayram Veli Hz.leri camiinin alt tarafında bulunan sokaktaki gayet  sade şekilde bulunan mekanında değerli sohbetlerini dinleme fırsatı bulduk yakın tarihimiz ile ilgili sözlerini o dönemlere ait değerlendirmelerini öğrenme fırsatımız oldu.Hacı Bayrami Veli mekanında yanımda Şeyh Şaban-ı Veli’nin imam-hatipi kayınpederim Mehmet ÇİTFÇİ hocaefendi de olunca söz döndü dolaştı geldi Kastamonu’ya Hz.Pir Hz.lerine ve de güzel insan değerli alim Mehmet Feyzi Efendi hz.lerine.Emin ACAR hocaefendi “her Kastamonu ya gelişimde Mehmet Feyzi ağabeyi ziyaret etmek isterdim her seferinde de evde olmadığını kırlara,ormana doğru çıktıklarını evde bulamayacağımı söylerlerdi buna rağmen evine gider kapısını çalardım her zamanda evinde bulur ziyaret ederdim ,tahminim mübarek tây-ı mekandı”.hocaefendi aynen bunları anlattı bizlere,Efendi Hz.lerinde bahsederken ağabey ifadesini kullanması çok hoşuma gitti demek ki büyük insanların sevenleri heryerde bulunuyor onları sevmek kimsenin tekelinde değil,zaten mubareğin dünyasını değiştirdiğindeki cenaze töreni için gelen sevenlerinin oluşturduğu o mahşeri kalabağın fotoğraf olarak kady edilen görüntülerini izleyince o sevgi selinin verdiği mesaj gayet iyi anlaşılıyor.

 

Milli Mücadele ATATÜRK’ün övgüsüne mahzar olan Kastamonu’lu Şeyh efendi :

Emekli hakim Albay,Şair ve Yazar M.Emin DEĞER’in babası Mustafa DEĞER’den sık sık duyduğunu söylediği şu cümle,Şeyh Ziyâ Efendi’nin üstlendiği hizmetler ve kazandığı itibar bakımlarından önemlidir.Atatürk Kastamonu’ya geldiğinde,kendisini ziyarete gelen Şeyh Ziyâ Efendi için ayağa kalkarak aynen şu cümleyi söyler. “Ben hocalara saygı gösteririm.Böyle Hocalara ise ayağa kalkarım”.Atatürk’ün bu sözü söylediği mekan,Kastamonu’da bulunduğu günler kaldığı terzi Mehmet Emin Ağanın konağı olmalıdır.(Kastamonu’lu Sanatçılar Albümü Prof.Dr.Abdulkerim ABDULKADİROĞLU)Milli mücadele yıllarında üstlendiği rol ve ifa ettiği hizmetler ile Padişah kuvvetlerine karşı Kuvva-i Milliye nin yanında oluşu Onun ne kadar değerli bir insan olduğu gösterir.

Burada yeri gelmişken  Milli mücadele yıllarında Kastamonu alimlerinin hizmetlerinden bir örnek daha vermek gerekir...Size aktaracağım olay o yıllardaki Kastamonu daki din alimlerinin  ne kadar aydın ne kadar vatanperver olduklarının açık ve kesin delilidir.

“Osmanlı ve İslam tarihinde Şeyhülislamların verdiği fetvalar çok önemlidir.İslam şeairi idaresinde fetvalar kesin kanun hükmündedir.Bu yüzden halife ve şeyhülislamların verdiği fetvalara mutlak riayet ve kabul vardır.Bu açıdan bakıldığında Kastamonu ve Ankara müftü ve din alimlerinin milli mücadeleyi destekleyen,Halife Sultan ve Şeyhülislamın düşman emellerine ve baskılarına alet olarak çıkardığı fetvayı çürüten bu fetvalar,öncelikle Kastamonu,Ankara ve sonrasında bütün yurda dağılmış,Milli Mücadelenin yapılmasının dini ve milli bir görev olduğu bundan kaçınılmayacağı ifade edilmiştir.45 kişilik imza edilmiş fetva sahiplerinden 24 tanesi Kastamonuludur.Bu tarihi vesika da Kastamonulular için tarihin şeref levhalarından birisini oluşturmaktadır.”(İnebolu-Kamil TUNOĞLU)

 

OL MÂHİLER Kİ; DERYA İÇRE,DERYA’YI BİLMEZLER..

İlimize bir vesile ile gezmeye veya ziyarete il dışından gelen vatandaşlarımızın tarihi turistik yerleri öğrenmek için sordukları sorulara cevap veremediğimiz zamanlar olmuştur, en basiti Şeyh Şaban-ı Veli ve külliyesini soranlara öyle birisini tanımıyorum amma Hisarardı mahallesinde Hz.Pir diye bir zât var onu biliyorum diyen veya ayağı yanık zâtın(âşıklı Sultan) varlığını ilk defa şehre gelen ziyaretçilerden öğrenen,yahu böle birisi de varmıymış memlekette diye gelen misafire soran,şehir merkezin de yaşamasına rağmen  bilmeyen,tanıma fırsatı olamamış, hemşehrilerimiz de mevcuttur.Saatlerce kendi aramız da yaptığımız futbol kritiği  kadar öğrenilmesi lüzumlu hissedilmeyen tarihimiz ve  kültür varlıklarımıza karşı gösterdiğimiz ilgi ve alâka içler acısıdır.Bu şanlı mâzi ve tarihi kentimiz bunu hak etmiyor.

 

 


EVLİYALARIN ROLÜ VE KASTAMONU-1-

 

Şüphesiz Kastamonu,bulunduğu coğrafi konum itibariyle aşılması güç sarp dağların arasında,askeri saldırılara karşı muhkem bir üs olarak kullanılmaya çok müsait,tabii koruma altında ve çevresiyle kolayca irtibat sağlayabilacak bir konumdadır.Bundan  daha önemlisi;herşyiyle kendisini İslamın hizmetkarlığına adamış,Allah rızasından başka hiçbir düşüncesi olmayan ve bu nihai hedefe ulaşabilmesi için insan gönlünü fethetmenin en kestieme yol olduğu şuurundaki ecdadımızın, bu beldelere yönelmesini teşvik eden sebepleri hatırlayalım.Resulullah (S:A:V)’ın ashabından Selman-ı Fârisi’nin (R:A) Anadolu’ya olan bir seyahatinde Kastamonu’ya uğradığı ve Onun ifadesiyle “Arz ile arş arasında nurdan bir köprü gördüm” diyerek,bugünkü Nasrullah Camimizin bulunduğu yeri tarif ettiğine inanılmaktaydı.-Ayrıca Hz.Nuh (A:S)’ın Beytullahtan alarak fırlattığı bir avuç topraktan önemli bir bölümünün KASTAMONU YA İSABET ETTİĞİ KULAKTAN KULAĞA DUYULUYORDU.İşte bu ve benzeri bilgilere  samimiyetle inanan gönül fatihlerimizin Kur’an-ı Kerim’in de “Belde-i Tayibe” deyimiyle ifade ettiği yörelerin Anadolu olduğundan hiç şüphesi kalmamıştı.Bu duygu ve inançlarla dopdolu olarak fethe koştuğu Anadolu da ve  özellikle Anadolunun kalbi olarak gördüğü Kastamonu da  30.000 çadır ahalisiyle konaklayarak fethe buradan başlamıştı.İstanbul’u fetheden hamurun mayalandığı yer yine Devrekani mizin Çayırcık köyü olmamışmıydı?(A.Rıfat GÜZEY 24 MAYIS 1993 ORTADOĞU GAZETESİ)

 

Üç kutsal şehir ve KASTAMONU;

Mekke,Medine ve Şam’dan sonra dünyada üç kutsal şehir say diye bir soru sorulsa hiç tereddüt etmeden İstanbul,Bursa ve Kastamonu cevabını veririm.Tereddüde yer vermeden saydığım her üç şehir de,tarihi ve coğrafi konumları bir yana veliler,hem de büyük veliler kentidirler.Bir yerin kutsallığı o yerin manevi değeri ile ölçülür.Ve hiç kuşkusuz  yeryüzünde her kentin,kasabanın hatta köyün koruyucusu bulunduğu gibi mana aleminde de o beldelerin hem de maddi alemlerdekilerden daha güçlü manevi koruyucuları vardır. (Ortadoğu gazetesi  Maruf EVREN ve Mehmet Ali BULUT Evliyalar Şehri Kastamonu 24-25 MAYIS 1993)
 

 

KASTAMONU DA BULUNAN CAMİLER,TÜRBELER,KÜLLİYELER

Yöre ile ilgili yapılan yazılı kaynak ve alan araştırmasında çok sayıda türbe tespit edilmiştir. Seyyid Sünnetî Efendi, Abdal Hasan, Abdurrezzak Efendi, Abdulgafur Efendi, Abid Çelebi, Ahi Şorve, Ali Asgar Efendi, Aşıklı Sultan, Bayraklı Dede, Bektaşoğlu Safiyüddin Efendi, Benli Sultan, Cecelizâde İbrahim Nurettin Efendi,Cününi Baba, Çevkâni Efendi, Daî Sultan, Dayı Sultan, Deli Eşref, Deveci Sultan, Geyikli Sultan, Gümüşlü Sultan, Şeyh Ahmed Siyahî, Halife Sultan, Hamza Baba, Haraçoğlu, Hasan Ünsî Hazretleri, Halil Bin Kasım , İsa Dede Efendi, İshak Bey,

Kalender Dede Efendi, Kaysü’l Hamedânî Asgar Hazretleri, Kesikbaş, Kirişçi Hoca Mehmet Efendi, Kız Evliya, Maden Dede, Mecit Efendi, Mehmet Feyzi Efendi, Mehmet Zühtü Efendi, Menfi Hoca, Molla Said Efendi, Musa Fakih Efendi, Müfessir Alâeddin Hazretleri, Ömerü’l Fuadî Efendi, Nevruz Sultan, SamurDede, Sırtlı Hoca, Sükûtî Sultan, Şeyh Abdurrahman Fendi , Şeyh Hacı Dede, Şeyh Hafız Mehmed Efendi, Şeyh Hafız Mustafa Efendi, Şeyh Hayrettin Efendi, Şeyh İbrahim Efendi, Şeyh İbrahim Şevki Efendi, Şeyh Mehmed Efendi (Sacayaklı Sultan), Şeyh Muhiddin Efendi, Şeyh Mustafa (Resulzade) Efendi, Şeyh MustafaEfendi, Şeyh Mustafa Efendi(Kara Şeyh), Piskürizâde Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Nasuh Efendi, Şeyh Osman Efendi, Şeyh Said Efendi, Şeyh Seyyid Ahmed Hicabî Efendi, Yılanlı Dergahı veAbdülfettah-ı Veli, Zileli Şeyh Abdurrahman Efendi (Zengin,2003:64), Hatun Sultan, Atabey Gazi, Karanlık Evliya, Şeyh Hüsamettin Hazretleri, Abdal Hasan, İsmail Bey, Adil Bey(İnanç Turizmi Gezi Rehberi), Muzaffereddin Gazi, Şeyh Ahmed, Vehbi Gazi, Ahi Ali Baba, Cemalettin Efendi ve Kargaş Sultan, Harmankaşı, İbn-i Neccar, Mehmet Bey, Selçuk Hanım,Süleyman Bey, Süleyman Paşa ve İbrahim Bey, Abdülcebbar, Cebrail Efendi, Dede Sultan,Ferraş Sultan, Göbelekzâdeler , Hayran Efendi, Karabaş-ı Veli, Kara Mustafa Paşa, Seyfi Dede, Taraklı Sultan, Topçuoğlu, Ahmet Mahir Efendi, Mehmet Fevzi Efendi, Muhammed İhsan Efendi (Çiftçi,2000:169-253).

 Yüzlerce yıllık tarihsel süreç içinde Kastamonu, yukarıda isimleri geçen ya da geçemeyen sayısız evliyaya, din büyüğüne ev sahipliği yapmış ve halen de yapmaya devam etmektedir. Hemen hepsi “makam” olmayıp, “türbe” özelliğinde olan bu sayısız ziyaret yerlerinin ve burada yatan velilerin hakkında aynı oranda da sayısız efsane anlatılmaktadır. ))

Kastamonu Halk Kültürü içinde yatır ziyaret inancı ve bu inanç çerçevesinde Şeyh Şaban-ı Veli etrafında oluşturulan efsaneler.(Yard.doç.Dr.Zekiye ÇAĞIMLAR  2 nci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri)

 

 

 

            -AŞK-

Aşk ile insan elbet güneşe benzer;aşksız gönül misal-i taşa benzer.

 

Aşk(ışk) kelimesinin sözlük anlamı “sarmaşık” demektir.Bahçeye düşen sarmaşık tohumu nasıl bütün bahçeyi sarıp sarmalar,hatta dışarı taşarsa;gönle düşen aşk tohumu da bütün bedeni sarıp sarmalar,oradan etrafa yayılır.Nice fidanlar,selviler,çınarlar,bir sarmaşık tarafından sarılınca gitgide sarmaşık dalları arasında görünmez oluyorsa,aşk sarmaşığı da insan fidanını öyle kaplayıp görünmez eyler,yok eder.Sarmaşığın özelliği,sarıldığı ağacı içten içe kurutması,bitirmesi,sonunu hazırlamasıdır.Nitekim aşk da insanı sarınca onu içten içe eritip yok eder.Dıştan görünen yalnızca aşktır ve aşık da çevresini görmez olur.Çünkü sarmaşık onu öyle çevrelemiştir ki,dışarıda olup biteni ne duyar,ne görür;hatta duymak ve görmek de istemez.Aşka tutulan ağaçta artık bütün buyruklar sarmaşık tarafından verilir ve aşık “herkesi kör;dört yanı duvar sanır.”Dıştan bakanlar onun sarmaşığını görürler ama ağaç sarmaşıktan fırsat bulup çevresinin göremez.Sarmaşık nasıl hızlıca büyüyüp ağacı kaplarsa,aşk da öyle hızlı gelişir …            (İskender Pala- Kitab-ı aşk)

            Neden aşk.?Aşk ateşinin çerağı yanmadan bu meydanda yürünmez.Aşk bir olana götürür hep, çok olanı sevmez.Kıskançtır,Vahdet nurunun yansıması aks eyler gönüllerde.Aşktır bu önce;Yakar,yıkar ama yeniden yapar.Sultanları kul,kulları sultan yapar.Bazen sonu başta bazen  başı sonda eyler.Mebde ve mead.

            Allah c.c tektir teki sever.Hz  Adem A.S ilk ve tek insan.Onun sol eğe kemiğinden Havva anamızı yarattı.Birden yine bir çıktı.Sonra ikisi yine bir oldular.Seven sevdiğini tam severse yine bir olur.Seven sevilende,sevilen seven de kaybolur.1x1=1 dir.

 

Üstad Necip Fazıl,

“Rabbim,Rabbim,bildim bu işin neymiş Türkçe’si,

  Senin aşkın ateştir,ateşin gül bahçesi.” der.

          

  Sür Çıkar Ağyârı dilden

  Tâ tecellî ede Hak

Pâdişâh konmaz sarâya

Hâne mâmur olmadan.

Bu Allah Dostları O haneyi,yani Mümin kulun kalbini ziyaretçisine  hazırlamak için canla başla gece gündüz demeden çalışmışlardır.

 

 

AŞKIN HAKİKATI.

 

Geceleri zikrullah ile meşgul olan, insanların en hayırlısı Hz.Ebubekir R.A.hz.lerinin yanan ciğerlerinden etrafa yayılan koku ciğer közlemesi yapıyor da sahabeye dağıtmıyor diye şikayet konusu olmuştur.Ciğerleri yanacak kadar zikrullaha kendini vermiştir.Dost ile baş başa kalınca ortaya çıkan ancak bu olsa gerek.

 

-Abdulkadir Geylani hz.leri talebelerinden birisini,Seyyid ahmed er-Rufai hz.lerine gönderir.Talebe sorar?Efendim Aşk nedir?Ahmed er-Rufai Hz.leri Ateş der ve yanmaya başlar.yana yana mebde-i hilkati olan,katre haline gelir.Sonra talebe gelir durumu haber verir. Abdulkadir Geylani hz.leri de,esrâr-ı tevhîde dair bazı kelîmât söylemesini emreder.O talebe de,o katre üzerine öğrendiği esrarlı duayı söyler ve sonra,Seyyid Ahmed er-Rufai hz.leri cesed-î unsûrîsine avdet eder.Talebe gider durumu böylece Şeyhine anlatır. Abdulkadir Geylani hz.leri-Fesubhanallah der.Şimdiye kadar katre haline geldikten sonra tekrar cesed-i unsûrîsine avdet eden iki zât gördüm,der. .(Feyizli sözler Rafet Küllüoğlu.)

Kıymetli hocam Musa ÖZDAĞ beyefendinin tavsiyeleri üzerine hayatını okuduğumuz ,yakın tarihimizde bir Yaman Dede örneği vardır ki Aşkın Hakîkatı ve yanmak bu iki özelliği kendisinde cem eden, nevî şahsına münhasır mümtaz bir şahsiyettir.Söylediğini yaşayan,yaşadığını söyleyen gerçek bir mânâ erîdir.Resûlullah efendimizin ve Mevlânâ Hz.lerinin sevgisi onu yakmıştır.Mesnevinin ilk beyti ile bu sırlı aleme yolculuğu başlamıştır ve bu ilk tohum kalbine güzel ilimizin şimdiki Abdurrahman Paşa lisesinde edebiyat dersinde atılmıştır.Adı Diyamandi iken Yaman Dede olmuştur.Derse gireceği zaman muzip öğrencilerinden hafız olanlardan bir tanesi elini kulağına koyar ve başlar kaside söylemeye,efendimizin ismi geçen kaside mısralarını duyar da Yaman Dedenin dizlerinde can kalır mı hemen olduğu yere çöker başlar ağlamaya.Ağlar,ağlar,ağlar. Bir adı da ağlar dede,yanar dede’dir.Gönül hûn oldu şevkinden …dizeleriyle başlayan Nât-ı şiirlerini özümleye,özümleye okuyunda bu mana erinin samimiyetine hak verin.

 

 

-Hallac-ı Mansur Hz.leri,aşk yüzünden canını verdi.Gerçi,kendisine göre mazereti vardı.Sekir (manevi sarhoşluk)halinde idi.Ama ülema,bâtıl mezheplerin türediği bir zaman olduğu için ümmet arasında fitne çıkmasın diye,katline fetva verdi.(Feyizli sözler Rafet Küllüoğlu.)

Rahmetli M.FEYZİ Efendi hz.leri o zamanın alimlerinin taassupla hareket etmeden,günün sosyal şartları içinde vermek zorunda kaldıkları bu kararı bizlere izah etmekle şimdiye bu idam kararını veren alimler hakkındaki zihinlerimizde oluşan yanlış kanaati de engellemiş oldular.

Anlatılır ki,Hallac-ı Mansur hz.leri maruz kaldığı uygulamadan sonra,dünyasını değiştirdiği zaman,cennete gir hitabına karşı Ya Rabbi –beni asanı,derimi yüzeni,taşlayanı af edip cennetine onları da koymadıkça girmem diye nâz hitabı vardır.Bu da gösterir ki,o mubarek de o zaman ki  bozuk ortam da  kendi elinde olmadan söylediği sözler karşısın da kendisine yapılanlara hak verdiği dir.Ki kimseye beddua etmemiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM -3-

 

BENLİSULTAN HAZRETLERİ HAKKINDAKİ BİLGİLER.

 

IŞIK ÖNCE DAĞA VURUR…….

 

DENİZ FENERLERİ GECELERİ YOLLARINI BULMAKTA GEMİCİLERE YARDIMCI OLURLAR.ALLAH C.C DOSTLARIDA 24 SAAT YANAN,YANDIĞI ZAMANDA GECEYİ GÜNDÜZ GİBİ AYDINLATMAKTA,GÜNDÜZÜ DE NUR’A KATMAKTA OLAN DENİZ FENERLERİ GİBİDİRLER.YOLUNU KAYBEDENLERE,ŞAŞIRANLARA,ŞAŞIRMAK ÜZERE OLANLARA DOĞRU YOLU GÖSTERİRLER.HER BİRİ GÖKTE SALLANAN NUR KANDİLLERİDİR.

 

YAZILI KAYNAK OLMAYIŞI

 

Gönül isterdi ki sunulan bütün belgeler yazılı kaynaklardan aktarılarak  mesnedi gösterilerek ibraz edilsin Maalesef bu imkana sahip değiliz .Osmanlı Arşivlerinin,salnamelerinin,tapu sicil kayıtlarının ve bazı kurumlarda bulunan eski arşiv evraklarının ilgilenenlerin istifadesine sunmaya başlanılması ile birçok çalışmaya gün ışığı tutulacaktır Böyle umud ediyoruz.

Adil Karagöz mart 2006 da yayınlamış olduğu kitapçıkta “burası ile ilgili yazılı kaynak olmayışını yıllar önce çıkan yangında yok olmasına” bağlamaktadır.

(EFSANELER: Halk edebiyatı ürünlerinden biri olan efsaneler, geçmişle günümüz arasında kültürel aktarımı sağlayan, insanın ve onun oluşturduğu kültürel yapının anlaşılmasına katkıda bulanan alanlardan biridir. Gerçek ve hayali varlıklara, yer ve olaylara olağanüstü özellikler atfederek oluşturulan, anlatılanların gerçek olduğuna ilişkin inançla birlikte kişinin bireysel - toplumsal yaşamını yönlendiren söyleyeni belli edebiyat türlerinden biridir.)Edebiyat Sözlüğü

Efsaneleri bazen çocukların oyun hamurlarına benzetirim,ona istediğin gibi şekil verebilirsin istediğin boyaya da boyayabilirsin  ki, karşıda dinleyenin itiraz etme hakkı hemen hemen yok gibidir çünki elde resmi bir veri, kaynak yoktur. İnsan ister ki dinleyeceği veya okuyacağı her bir yeni efsanenin  daha öncekilerden farklı olarak onu yeni bilgilere ve heyecanlara ulaştırmasını.O yüzden dilden dile aktarılmaya başlandığı zaman bi yerlerden bir şeyler katılarak anlatılmaması mümkün değildir,birisi bir yerde yıllar önce duymuştur yıllar sonra bir yerde konusu geçer başlar anlatmaya tabii bu arada unutuklan yerleri tamir için yama gerekecektir bu da atmasyon ile gerçekleşir.Özellikle yazı konusu ile alakalı olduğu için şunu belirmekte yarar var Allah’ın yeryüzünde yaşayan velî kulları için anlatılan efsanelerin ana konuları genelde aynıdır yer,zaman.isimler farklıdır.

Bütün bu sebeplerden dolayı anlatılan ve yayınlanan çeşitli eserlerde anlatılan efsanelere fazla yer vermedim.Özellikle ayakkabıcı ve kardeşi diye anlatılan bir efsane var ki hiçbir şekil de mesnedi bulunmamaktadır.Bir şekliyle bühtan olmaktadır, anlatırken konuşurken iyi düşünmek lazım.Hikaye de anlatıldığı gibi ne Şeyh Şâban-ı Velî Hz.leri ayakkabıcılık yapmıştır nede Benlisultan Hz.leri ile kardeştirler.Bu tür anlatımları aktarırken, aktaranların özellikle Sayın Fazıl Çiftçi Beyin yayınlamış olduğu müstakil bir eser olan Şeyh Şâbanı Velî Hz.lerinin ve

halifelerinin hayatının anlatıldığı ana kaynak olan esere bakılmadığı anlaşılmaktadır.Bir kuralımız vardır ahirete intikal edenler hakkında bir şey konuşurken daha dikkatli olma kuralımız. Çünkü onlarla helalleşme imkanı yoktur,hayatta olan birisi ile olan münasebetlerimiz de helalleşme imkanı her zaman vardır.O büyük insanlar aramızdan ayrılalı 5 asır geçmiştir gidin bakın mekanlarına oralarda hala ziyaretçileri var,hala câzibe mekanı durumundalar.İnsanların o mubareklerle, o mubareklerin insanlarla olan münasebetlerini belirleyen kurallar bellidir.Olmayan bir şeyi olmuş gibi  onlara atfetmek,heyecan olsun diye kendinden de bazı şeyler katıvermek bunlar uygun olmayan veballi işlerdir.İslami otoriteler gerçekleşen keramet fiilinin olağanüstülüğüne bakmazlar,onlar o kerametin istikâmetinin doğruluğuna ve şer-i şerife uygunluğuna bakarlar.Bilinen bir gerçektir ki,Hindular,Budistler nefslerini teskiye ederek aç kalma metodu ile olağanüstü şeyler yaparlar fakat bu yaptıklrına istidraç denir.Onun için bu Pazar da her önüne gelenin açacağı bir sergi satış yeri değildir keramet ..

 

            BENLİ SULTAN

            Türbesinin dört bir yanı dağ,tepe,orman işte orada mekân Benlisultan

            Gönüllere ferman,hastalara şifa,dertlilere derman oldu O; her zaman

            Sevgisinde sınır yoktur,her kim geldi ise kabul eder O Sultan

            İşte bundan dolayıdır ki,dost seçmiştir kendine O’nu,Yüce Yezdân

 

Uzak,yakın demez gelir ziyaretçileri,sevenleri

Sorsan her birine bilmem;yurdu,yöresi nereli

Kimi rüyasında alır daveti gelir,kimi ismini duyar, sever

Hakikatta mıknatıs gibi insanları cezbeder kendine çeker

 

Haçat Tepesi her daim  selam durur O Sultan’a zirvesin de,

            Geçit vermeyen Ilgaz Dağın da,tepesinde,dört mevsimin de,

            Kurtlar,kuşlar,kervanlar,canlar misafir olmuş külliyesin de,

            O Sultan hizmettedir,Yaradılana gündüzün de ve gecesin de,

 

Bî-derd olanlar ne anlar  elemden,kederden,halden

Çile-i aşka giriftar olan anlar ancak halden,kederden,

Meydan-ı aşka dair kurulmuştu bu tahtı revan ezelden

Bezmi Eles’te almış alacağını,görmüş göreceğini zâten

                                                                    Nurettin ŞÖY-2008

 

           

 

 

 

 

KASTAMONU DA BİR OKYANUS ..OZANOĞLU

“İhsan Ozanoğlu’nu yaratan bir Kastamonu olduğu kadar, Ozanoğlu’nda da koca bir Kastamonu saklı durur. Çünkü büyük ozanın sadece basılı olan 115 eseri yanı sıra, basılmamış daha yüzlerce eserinde yalnız ve yalnızca bir Kastamonu okyanusu bulunmaktadır.”Sayın Murat KARASALİHOĞLU’nun 22.02.2008 tarihli yerel gazetemizdeki köşe yazısında da belirttiği gibi  rahmetli İhsan OZANOĞLU beyefendinin basılmamış yüzlerce eserinden bazılarında muhakkak Benlisultan Hz.leri ve dergahı ile burada irşad görevini yapanlara ait bilgilerin olacağı inancındayım.Dergah da tahsil edilem ilim dalların ait net bir bilgi yok sadece tasavvuf alanın da hizmet verdiği kesin diğer müsbet ilim dallarının olup olmadığına belli değil.

 

Ayrıca  Ozanoğlu ailesi Karasu ailesi(1840 yılından itibaren Benlisultan dergahın da İrşad ile vazifeli olan ve Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar bu vazifeyi ifâ eden aile) arasında mevcut hısımlık bağı olduğun dan bu varsayımım kuvvetleniyor çünkü Nurettin KARASU Hocaefendinin kızı Nadire BALLIK hanımefendinin kızı İhsan Ozanoğlu’nun büyükoğlu Yargıtay 10 uncu Hukuk dairesi eski başkanı emekli hakim İlhan Teoman OZANOĞLU beyefendi ile evlidir.

 

 

ŞÖHRETİ YAŞADIĞI SINIRLARI AŞAN BİR VELİ:

-Kastamonu’da Seyyid Sünneti Efendiden sonra Halvetî tarikatından mürşid kalmamıştı.Şaban Efendinin teşrifleri sırasında bu tarikattan Tarakçı-zade Abdur-rahman Efendi yetişmişti.Kâmil mürşid olmakla beraber ziyade şöhretleri yoktu.Aynı zamanda Ilgaz Dağı eteklerinde Benlisultan…..vardı.Her biri  tarikat erkânına göre mücadede ve ve irşad etmekteydiler.Bu defa bunlar arasına Halvetiyye den Şaban efendi katılmıştı.(Şeyh Şaban-ı Veli Hz. Fazıl Çiftçi) Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi Benlisultan Hz.leri ,Şeyh Şaban-ı Veli Hz.lerinin Kastamonu da irşada başlamadan önce  adı ile anılan dergahında irşad ile vazifeli idi.Ancak bu dergahtan önce hangi dergahta yetişti,kendisini yetiştiren hocası kimdi bu köye hangi vesile ile geldi bunlar bilinmiyor.

 

ILGAZ’LARIN MÂNEVİ SULTANI:

 

Selçuklu ve Çobanoğulları(Atabeyler)Dönemi türbelerin de 2 adet,Candaroğulları Dönemi türbelerinde 1 adet,Osmanlı Dönemi Türbelerinde 10 adet  olmak üzere toplam 13 adet aldıkları ismlerinden  sonra Sultan unvanı ile anılan türbe bulunmaktadır.Bunlardan bir tanesi hariç (Hatun Sultan aristokrat  bir aileden olduğu kitabesinden anlaşılmaktadır)diğerlerinin gazi-alp-eren   olması muhtemeldir.Deveci Sultan Hz.lerin de olduğu gibi. 

“Kastamonu yöresinde yapılan araştırmada tespit edilen türbelerde yatan evliyaların büyük bir kısmı mahalli veli iken, Şeyh Şaban-ı Veli, Benli Sultan, Aşıklı Sultan, Müfessir Alaeddin Hazretleri’nin isimleri yörelerinin dışına da çıkmış genel veli özelliğindedirler. Yörede kimilerinin Şeyh Şaban-ı Veli’nin kardeşi, kimilerinin ise yakın dostu olarak inandığı Benli Sultan ise Şeyh Şaban-ı Veli’den sonra en çok bilinen, kerametine en çok inanılan velidir.Ona Ilgazların Manevi Sultanı da denmektedir.”( .Yard.doç.Dr.Zekiye ÇAĞIMLAR 2 nci Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri)

 

 

 

            Bu mübareklerin kon uçlandıkları yerleşim yerlerine rastgele gitmedikleri  ve bu yerlere genelde manevi işaret üzere gidip yerleştikleri sonrada halkı tenvir ve irşada başladıkları yazılı kaynaklar okunulduğu zaman anlaşılmaktadır.

 

         BENLİSULTAN KÖYÜ:

  Merkez Ahlat Köyü’(köyün adını nerden aldığı nerden aldığı bilinmemektedir)ne bağlı iki mahalle vardır biri Hacıbâkiler diğeri, Benli Sultan mahallesidir Burası “ Kastamonu ya 30 km uzaklıkta Ilgaz dağlarının kuzey sathında, etrafı sık ormanlarla çevrili tarlalık bir sırt üzerinde, 

güzel manzaralı takriben 19-20 haneli ve yine yüz – kûsur nüfuslu (Benli Sultan mahallesi)diğer bir adı da TEKKE köyü diye bilinen yerdir Benlisultan hz.leri “burada medfun Nakşıbendiyye Şeyhlerinden olarak kabul edilen kutsi bir zattır.”(Nail karagöz)

Hacıbâkiler köyünde bulanan volkanik bir tepe vardır ki,hemen köyün içindedir,dergahın ve çevresindeki yapılarda kullanılan o meşhur doğa harikası boyları bazen üç metreyi dahi bulan,kare,dörtgen,beşgen şeklindeki sağlam taşların çıktığı,rakım olarak Benlisultan köyünden biraz daha yüksek olan bir meskun mahaldir.İsmini aldığı zatın Benlisultan Hz.lerinin talebelerinden olduğu sanılmaktadır.(Burası ile ilgili yazılan kitaplarda bu ifade geçiyor.) 

…Benlisultan olarak bilinen Şeyh Muhiddin Ebu Şame Hz.leri (öl.1565)’nin mensubu bulundukları Halidiye kolunun son şeyhidir(Kastamonu da Bayramilik ve Şemsizade ailesi A.Abdulkadiroğlu) (muhterem hocamın bu cümlede  ifade buyurduklarına katılmak mümkün değildir,çünkü Halidiye kolunun kurucusu Mevlana Halidi Bağdadi hz.leri  (öl.1827) IXIII Y.Y’da yaşayıp bu ekolü kurmuştur aralarında tarih olarak 250 yıl gibi bir fark vardır.)

Nakşiliği Kastamonu'ya ilk defa bu zat tarafından getirildiği rivayet olunmaktadır.(Abdulkerim ABDULKADİROĞLU)

Bu zat, Bayramî tarikatına mensup olup o civarda bulunan kimseleri tenvir ve irşat ettiği gibi, Vilayetten de yine birçok kimselerin kendisine intisap ile ziyaret ettikleri anlaşılmaktadır.(M.ZİYAETTİN DEMİRCİOĞLU)

BAYRAMİLİK VE NAKŞİLİK BAĞLANTISI

 Kastamonu / Ahmed Dede Camii çevresinde veya Kırkçeşme’de bulunan Halidi dergahı büyüklerinden âlim ve şeyh Ahmed Siyahi ile oğlu Şeyh Seyyid Ahmed Hicabi Efendi’nin hayatlarının anlatıldığı Tahassür adlı kitabının 53. sayfasında Benli Sultan’dan söz edilirken “… Ilgaz Dağı kurbinde medfun Muhiddin Benli Sultan Bayrami…” denilmesi, bu kitabın yazıldığı tarihte, bu merkezin Bayrami Dergâh olabileceğini düşündürmekte ise de, öteden beri Nakşilik’in merkezi olduğu kabul edildiğinden başka bir ihtimal üzerinde durarak değerlendirmeliyiz.(Şemsizade ailesi abdulkadir hoca)

 Sofuzade’nin  Nureddin efendinin taç giyme törenini anlatan  şiirine(*) Hacı Bayram Veli ile başlaması da boşuna olmamalıdır. Bayramilik’in Nakşîlik ve Halvetilik tarikatlarının karışımından ortaya çıktığını biliyoruz. Böyle olunca bu her üç tarikatta yekdiğerinden bir takım izlerin olması tabiidir. Biraz daha yakın olmak durumunu da dikkate alır ve Benli Sultan çevresi ile Kastamonu’daki Bayramilik’in münasebetlerinin daha sıcak olduğunu düşünürsek, Şeyh Ziya Efendi’nin burada taç giyinme merasiminde fiilen bulunup bu merasimin onun inisiyatifinde yapılmasının sebebi daha iyi anlaşılmış olur. İlaveten Ziya Efendi Reisü’l-Meşayıhtır. Böylece bu tören başka bir anlam kazanmaktadır.(Kast.Bayramili ve Şemsizade ailesi A.A)((*)=Bahsedilen tören ve şiir Nureddin Karasu efendi anlatılırken detaylı olarak verilmiştir.)

 

Farklı kaynaklar Nakşilik ve Bayramilik bağlantısını zikrederler.Tam olarak hangi tasavvuf kolunda hizmet verdiği kesin olmamakla beraber Şeyh Şani Hz.lerinin Nakşi Şeyhi Seyyid Ahmed Siyahi Hz.lerinin halifesi olarak burada irşad hareketlerini bu dergahta yani Benlisultan dergahında yürütmesinden hareketle buranın evveliyatının zikredilen tasavvuf kolu olan Nakşibendiyye yolunun dergahı olabileceğidir. Allah-u alem

GEYİK BOYNUZLARI: Asılı bulunan kallavi geyik boynuzlarının niçin asıldığını tam bilen yoktur.Hatta yörenin avcıları eskiden ormanlık alanda rastladıkları erkek geyiklere ait boynuzları alıp getirmişler ve buraya asmışlardır.Taşköprü Abdal Hasan türbesinde de aynı şekilde geyik boynuzu vardır.Tasavvuf ekolünün Rufailik ve Bektaşilik koluna mensup olan gruplar Ahmed Rufa-i Hz.lerini ve Hacıbektaşi Veli Hz.lerini resmeden temsillerde genellikle ceylan,karaca ve geyik motiflerini kullanılırlar.(Kadim inançlara göre geyik ‘Türk boyları arasın da  “kutsal ana” olarak kabul edilmiştir…Kurt gökleri,geyik ise yer-su ruhlarının,Tanrı’nın ve uzun ömrün sembolü olarak kullanılmıştır.Oktay BELLİ, Borlak Vadisin de 14 bin yıllık Kaya üstü resimleri bulundu.Kars’ın tarih zenginliği-Kars-Azat kaya üstü resimleri,Serhat dergisi.)İslam öncesi inançlarımızdan üzerimiz de kalan bazı esintiler var onlara da dahil olabilir.

 ULAŞIMI:

Kastamonu şehir merkezinden ulaşabilmek için Kastamonu-Ankara yolu üzerinde tahmine 10 km de sola ayrılan kavşaktan sonra başlayan havaalanı yolundan,Kaşçılar köyü içersinden geçilerek sağa ayrılmak suretiyle konulmuş bulunan köyün adı yazılı  levhalarda gösterilen  yönde hareket etmek suretiyle kolayca ulaşılabilir.Şehre toplam 29 km.dir.Atla yolculuk edenlerin buraya 6 saatte ulaştıkları Tehasür isimli eserde bildirilmiştir.

KÜLLİYE YE AİT BİLGİLER:

Külliye köyün alt tarafındadır.Külliyenin esas unsurları, kuzeyden güneye doğru mutfak, cami ve nakiphane ile üç metrelik bir aradan sonra türbe binası olarak sıralanmıştır. Aralarına tuğla kuşaklar konularak harçla moloz taşından yapılmış olan ilk üç bölümün kapıları doğu taraftan açılmıştır. Camiye girilen cümle kapısının söveleri renkli mermerden geçmeli olarak yapılmış olup üzerinde yuvarlak kemeri ve yazısız kitabe taşı vardır. Kapı girişinde diğer bölümlere de geçilen bir sofa vardır. Harim kısmına iki basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Döşemesi ahşap olan bu kısmı örten kubbeye köşelerden istiridye kabuğu desenli yarım kubbelerle geçilmiştir. Mihrap alçı ve mukarnaslarla süslüdür. Minber ahşaptır. 7 x 7mt ebadındaki caminin batı tarafında basık kemerli iki pencere bulunmaktadır. Kapı tarafında ve tabana yakın kısmında ise sivri kemerli bir kör pencere vardır. Duvar kalınlığı 113cm olan camiden mutfak ve nakiphane tarafına açılan iki adet kapı ve cami ile mutfak arasında da demir parmaklıklı iki pencere vardır.

Camiye göre kuzeyde bulunan mutfağa hem cami hem de doğu tarafından kapı açılmaktadır. Pencere ve örtü sistemi cami ile aynı olan bu bölümün de dışarıya ve camiye açılan iki kapısı vardır.

Mutfak ve cami ile aynı büyüklükte olan kıble tarafındaki bölümün de dışarıya ve camiye açılan iki kapısı vardır.

Her üç bölümün üzerindeki kubbeler kurşunla kaplanmış olup kubbe kasnaklarının tavanla birleştiği dış kısımlarda testere dişi motifli kirpikler vardır.

Külliyenin bu bölümü 1512 – 1520 miladi yılları arasında Yavuz Sultan Selim Han döneminde ve muhtemelen onun emriyle inşa edilmiştir. Türbe, zâviye, imâret, (bugün bulunmayan) kütüphane ve medrese ile beraber 918-927 milâdî yılları arası, Sultan Selim döneminde yaşayan Benli Sultan tarafından yaptırılmıştır.(Fazıl Çiftçi)

Ancak külliyeden ayrı bir yerde şu an köylünün harman yeri ve samanlığı olarak kullanılan bir yerde bazı kalıntılar vardır.Yalnız bunlar toprak altında kalmıştır.Harman yerindeki kalıntının hamama ait olduğu sanılmaktadır.Medresenin de camiinin alt tarafında olduğu tahmin edilmektedir.(Adil Karagöz) Komşulardan öğrendiğime göre, köylüler harman yeri açmak için iş makinaları ile çalışma yaptıkları zaman çıkmıştır o kalıntılar taş duvar halinde,köy alanının  dar oluşu ,en ufak bir arazi parçasının değerlendirilmesini gerektirdiğinden meydana çıkan kalıntılara ait detaylara inmek için kazı çalışması yapılmamıştır o günün şartlarına göre hareket edilmiştir.

 

Geçirdiği yangından sonra Şeyh Şani Efendi tarafından tamir ettirilen külliye, 1326 Rumi yılında Şeyh Nurettin Efendi’nin müracaatı üzerine belediye mimarının projesine göre Vakıflar İdaresi tarafından esaslı şekilde restore edilmiştir. 27 Mayıs 1326 tarihli keşif özetine göre bu restorasyonda, kubbelerin üstünü örten ortak çatı ile kubbeler arasında bulunan açıklıktan yağmur ve kar serpmesini önlemek için ahşap kaplama yapılmış; türbenin doğu tarafındaki odalar yıkılıp yeniden yapılmış, kubbelerin çatlakları kapatılıp sıvaları yenilenmiş ve türbenin kubbe fenerlerinin üzerindeki tuğla sütunun hizasından 8cm eninde demir kuşak konulmuştur. Mescidin bitişiğindeki nakiphanede bulunan halvetler yıkılarak tabanı çekme ağaçtan döşenmiştir.

Köhne olan minare yıkılarak yekpare ağaçtan 16.5 metre yüksekliğinde kapalı şerefeli minare yapılmıştır. Aynı tamir esnasında köhneleşmiş olan misafirhane binası da yıkılarak zeminden yarım metre kadar kaldırılmak suretiyle yeniden inşa edilmiştir. Bina, her birinde iki oda ve ortasında iki sofa, iki abdestlik ile sokak kapıları da ayrı olmak üzere iki bölüm halinde yapılmıştır.(Fazıl Çiftçi)

Temiz, buz gibi akan suyun önüne konan ahşap koca su oluğu gerçekten görülmeye değer olup daha önceki oluğun kullanılamayacak duruma gelmeye başlaması ile, 1994 yılında Akkaya-Karadere köyü sınırları içindeki ormanlık alandan getirilmiş olup bu devasa boydaki ağacı keserken ,getirirken çeşitli zorluklarla karşılaşılmıştır.(Adil Karagöz).Emeği geçenleri Mevla taltif eyleye-

1937 yılında diğer köy camileri gibi mülkiyeti köy tüzel kişiliğine devredilip tahsisatı kesildiği için 1952 yılına kadar fahri görevliler tarafından ibadete açık tutmuştur.

1994 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. A. Hasip Yılanlıoğlu ile camiin emekli imam Hatibi Muzaffer Karagöz’ün gayretleri ve halkın katkılarıyla ahşap kısımlar yenilenmiş ve bazı ilaveler yapılmıştır.(fazıl çiftci)

Cami, bir İmam – Hatip kadrosu ile ibadete açıktır.Caminin daha önce 1900 yıllarda imam ve hatip kadrosu olduğunu savaş yıllarında maaşların kaldırıldığını Adil Karaagöz syf 24  yazıyor.

 

-1980 yılında cümle kapısının sol yanına Köy İmamı Muzaffer Karagöz ve Hasip Yılanlıoğlu önderliğinde beton bir minare yaptırılmıştır.

1988 yılında Kubbeler üzerindeki ve Türbe Misafirhane arasındaki ahşap saçaklar ve ahşap Minare restorasyon için yıktırılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğünce Kubbelerin üzeri 1990 yılında 18 ton kurşun harcanarak örtülmüştür. Türbe ve diğer binaların ön cephesine yine ahşaptın olmak üzere sundurmalar ilave edilmiştir

 

Cami, mutfak ve nakiphaneden sonra kıble tarafında altı yedi basamaklı merdivenle çıkılan ahşap bir salondan türbeye geçilmektedir. Harçla moloz taşından yapılmış olan binanın iç ebadı 7 x 7 metre, duvar kalınlığı 120cm’dir. Doğu tarafında hafif kavisli kemeri bulunan kapıdan girilmektedir. Üzeri kubbelidir. Kubbeye duvar köşelerinden yarım kubbelerle geçilmiştir. Kuzey ve güney duvarlarında karşılıklı olarak ortadakiler küçük, alt ve üsttekiler orta büyüklükte olmak üzere üç sıra pencereden ışık almaktadır. Batı tarafında da bir pencere vardır. Döşemesi ahşaptır. Kabirler toprakta olup türbe içinde işaret sandukaları bulunmaktadır.-(Fazıl Çiftçi)

Benlisultan hz.lerinin işaret sandukasının altında bulunan asıl kabir toprağından askere gidenler teberrüken alırlarmış, asker dönüşünde ise aldıkları toprakları iade ederlermiş.Toprağı verirken geri getirmesini tembih ederlermiş alanlara.(N.ŞÖY)

Türbenin içinde yedi ve ön tarafta üç olmak üzere toplam o adet sanduka vardır. Kıble tarafında en başta bulunan sanduka, zaviyenin kurucusu, gönüller sultanı, her kesimden Müslümanların kendisine saygı ve hürmette birleştiği Nakşibendî Şeyhi Mehmet Muhiddin Efendi’ye aittir (Fazıl Çiftçi)

 (Doğum yeri hakkında verilen bilgiler kesin değildir. Aynı köyden olduğunu söyleyenler olduğu gibi Tosya’dan, Sivas’tan veya başka bir yerden gelip buraya yerleştiğini söyleyenler de vardır. Her büyük insan gibi onun da herkes kendi yöresinden olduğunu ileri sürmekte hatta civardaki birçok türbede medfun olan zevatın onun kardeşi veya müridi olduğu iddia edilmektedir.(İsa dede,Geyikli sultan,Haracoğlu)

900 / 1500 yılları başında buraya yerleşerek II. Beyazid ve Yavuz Sultan Selim dönemleri ile Kanuni’nin saltanat yılları başına kadar yaşadığı bilinmektedir.

Hayatı kakındaki yazılı kaynaklar azdır. Yaşadığı dönemde kendisi gibi manevi bir sultan olan Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli ile yakın münasebet içinde bulunmuş; Halkın dini ve tasavvufi açıdan eğitilmesine çok büyük katkıları olmuştur. Yetiştirdiği maneviyat erleri Osmanlının hükümran olduğu her yerde ondan aldıkları feyizle irşad hizmetini başarı ile ifa etmişlerdir. Kanuni döneminin meşhur vaizlerinden Kastamonulu Şeyh Muharrem Efendi bunlardan birisidir.) FAZIL ÇİFTÇİ

(- Doğum tarihleri bilinmeyen Benli Sultan’ın vefat tarihleri aşağı – yukarı bellidir. Çünki: Halveti Tarikatının en büyük şûbelerinden Şabaniyye kolunun piri olan Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerinin vefat tarihleri Hicri 976 dır. Miladi: 1568, Şaban-ı Veli ise, Benli Sultan Hazretlerini köyünde ziyaret etmiştir. Benli Sultan’ın ölüm tarihleri ise; Şaban-ı Veli Hazretlerinin vefatlarından (3 – 5) sene evvel vuku bulduğu kayıtlara geçirilmiştir. Bu hususlar Şaban-ı Veli Hazretlerinin 5. postnişini olan Kastamonulu Şeyh Ömer Fuadi Halvetinin yazdıkları menkıb-namelerinde yazılıdır. Bu kitap Kastamonu İl Halk Kütüphanesi eski Harfler Bölümünde mevcuttur.

Zikredilen (Pir-i Şaban-ı Veli) Ünvanlı menakıb namede: Kastamonu ve havalisinde mevcut bazı ehli vilayet ve irşattan bahsedildiği gibi (Şeyh-Muhittin Ebû-Şame-Benli Sultan) cenaplarından da: (Ilgaz Dağında irşat ile meşgul-Benli Sultan) deyü bahsedilmiş. Şaban-ı Veli Hazretlerinin bu zatı ziyarete gittiği kendisi ile sohbette bulunduğu, her iki Veli’nin faziletlerine dair bazı hususata da işaret yoluyla temas edildiği görülmüş. Şaban-ı Veli Hazretleri tafdil kılınmıştır)(Nail Karagöz 1994)

 

RİYAZETE ÇEKİLMESİ.

-Rivayete göre Muhyiddin Efendi buraya geldiği zaman, şimdiki türbenin güney doğu köşesindeki derenin başında bulunan büyük bir ağacın kovuğunda riyazete çekilmiş; Asasıyla toprağa vurarak bugün asasuyu denilen suyu çıkarmış ve ilk defa vahşi hayvanlarla ünsiyet kurmuştur. Çeşitli cilt hastalıklarına şifa olan bu suyun üzerine son zamanlarda beton bir çeşme ve hamam yapılmıştır. Lezzetli ve çok soğuk bir sudur.

Burada riyazetini tamamlayan Mehmet Muhyiddin Efendi, daha sonra külliyetinin bulunduğu yere yerleşerek zaviyesini kurmuş ve Nakşibendî tarikatı üzerine tenvir ve irşada başlamıştır.

Kastamonu – Tosya yolu üzerinde bulunan dergâh, artık gönüller ordusunun komutanı Benli Sultan’ın karargâhıdır. Ilgaz Dağı’nı aşmak zorunda olan yolcular için eşkıya ve vahşi havyan tasallutuna karşı bir sığınak; aç kalanların doyduğu bir imaret; çocuğu olmayanların ve cilt hastalarını derman bulduğu bir şifahane; manevi sıkıntıların huzura döndüğü bir huzur istasyonudur.

Şehre uzak ve ağır kış şartlarına maruz bir muhitte görev üstlenen Muhyiddin Efendi sözleri ve davranışlarıyla etrafını etkilemiş, İslami hayat tarzının yerleşip benimsenmesine katkı sağlamıştır. 18 Haziran 1325 tarihli vakıf müesseseler listesine göre Kuzkaya Nahiyesindeki Saraycık Köyü Murathacılar Mahallesi, Ahlat ve Emirler köylerine de birer cami yaptırmıştır.

Günümüzde de artarak devam eden ziyaretçi trafiği, Muhyiddin efendinin bu toprakların gerçek sahiplerinden biri olarak manevi saltanatının bütün haşmetiyle devam ettiğini göstermektedir.

Şekaik-i Numaniye isimli eserin müellifi kendilerinden “Namus-u Ekber ve tavus-u ahdar gibi mele-i a’lada mekân bulur idi. Erbab-ı kulüb ve ashab-ı mükaşefeden idi. Sırlara, hafızalara ve gözlere vakıf idi” diye bahsetmektedir.(Fazıl Çiftçi)

Eskiden Tosya ve Kastamonu’dan türbeyi ziyaret ve bu sudan içmek için birçok kimseler araba ve hayvanlarla mezkür mahale giderler, orada bir iki gün kalırlar, kurban keserler, çocuğu olmayan erkekler tekkenin şeyhi tarafından bir kuşak kuşatılır ve dua edilirdi. Birçok müsafir geldiği için şeyhin ikametgâhından başka ahşap bir misafirhane de yapılmıştı (M.Ziyaeddin Demircioğlu-Doğrusöz matbaası Kastamonu-1957)

            Şeyh Muhittin efendinin vefatından sonra oğlu Mahmut efendinin Ömerül Fuadi Hz.lerinin ifadelerinden Şeyhlik yaptığı anlaşılmaktadır.

            Vilayetimizin tanınmış zevatı da hayvanla veya araba ile bu dergâha giderler Benli Sultandan himmet talep ederlerdi. 17 Ağustos 1340 tarihinde, o zaman Kastamonu Milletvekili olan şehrimiz ulema ve şairlerinden Ballıkzade Hacı Ahmet Mahir Efendi’(1860 yılında Kastamonu Küpciğez Mah.doğmuştur.Aile merkez Ballık köyündendir.Seyyid Ahmed Hicabi hz.lerinden icazet almıştır.1882 yılında Dârülkurra Medresesinde kura hafızları yetiştirdi.901 yılında İstanbula gitti.1908 yılında Meclisi Mebusan da yedi yıl T.B.M.M’de iki yıl milletvekilliği yapmış emekl olunca 13 yıl tefsir ve kelam dersleri okutmuştur. Fazıl Çiftçi)   de hayvanla Tosya’ya giderken beraberce dergâha uğradığımızda irticalen şu manzumeyi söylemiş ve yazdırmıştı. Bir hatıra olmak üzere mahfuzat defterimden aynen naklediyorum:

“Bu dergâh-ı muallâ kâbe-i erbâb- irfandır.

Olanlar bende elbet mazhar-ı altâf-ı sübhandır.”

(Bu yüce dergâh irfan ehlinin kâbesi (merkezidir). Ona tabi olanlar mutlaka sübhanın iltifatına mazhar olurlar).

“Asa suyu fcravandır ona yok gerçi söz amma

Anı icra eden bu kutb-i âlem Benli Sultandır.”

(Asa suyu daima akmaktadır. Ona diyecek yok, lakin onun akmasına sebep (vesile olan) bu evliyanın kutbu Benli Sultandır).

“Bu âli zirve-i Ilgaz o Sultan-ı kerem kârın

Uluvv-i kadrini temsil eder gûyâki burhandır..”

(Bu yüce Ilgaz Dağı sanki o şerefli Sultanın kadrinin yüceliğini temsil eden bir delildir).

“Sakın etme tereddüt feyz-i imdadında ey zâir!

Büyük küçük âna halk-ı Vilayet cümle kurbandır.”

(Ey ziyaretçi! Sakın (onun) yardımının bolluğundan tereddüt etme. Zira büyük küçük vilayet halkı ona kurbandır).

“Ümidi mahir’in bir lem’a-i feyz-i tecellidir

Meded hâhi olanlar şüphesiz şâyân-ı ihsandır.”

(Mahir’in ümidi bir yardım ışığının görünmesidir. Yardım isteyenlerin ihsan göreceği şüphesizdir).

(M.Ziyaeddin Demircioğlu-Doğrusöz matbaası Kastamonu-1957)

Şani Efendinin Müritlerinden Salih Naili güzel bir nazım yazmış, çerçeveletip türbenin iç duvarına asmıştır. O’nu da buraya alıp okuyucuların istifadesine sunmayı uygun bulduk.

 

NAZM’IN TÜRKÇESİ

Manevi Cihanın Sultanı Benli Muhittin bu yeri Cennet Bahçesi haline getirmiştir.

Velilik İkliminin Şahı olan Benli Sultan’ın Fermanına Vahşi, ehli bütün hayvanlar, cin, can ve insan gibi bütün yaratıklar boyun eğmiş ve çevresinde birer komşu olarak toplanmışlardır.

Seyir ve Sülük yolcularına Merdane çileyi keşif için bir ağacın gölgesinde tam (7) sene mekân tutmuştur.

Gölgesinde çile çıkardığı ağacın altına yanındaki asayı vurduğu zaman, Allah’ın hükmüyle gayet teziz bir su fışkırmıştır. Henüz çiçek açmasına yirmi gün varken Hazretin altında çile doldurduğu mübarek ağaç vaktinden evvel açar. Kerametin sırrına mazhar olduğu için bu harika her zaman müşahede olunur.

Hz. Pir’in Yüksek türbesine tevdi edilen kemer bir müddet sonra alınıp Bel’e dolandığı zaman zürriyet sahibi olmak imkânsızdır.

Lakin bir aşıkın kalbi gibi o yüce dergâhın tavanı ve çatısı harap olmuş ve bir müddet bir virane halinde kalmıştır. Bu hal tam (45) sene devam etti. Dergâh ve müştemilatı imara bir âşık gibi hasret çekiyordu.

Pirin yakından uzaktan bütün âşıkları dergâhın tamiri için takdir ettiği vakti intizar ediyorlar ve daimi niyazda bulunuyorlardı. Hak Teâlâ hazretleri şeyh Mehmet Şani Efendiyi bu hayırlı teşebbüse muvaffak eyledi. Külliyenin imarı âb ve âyân oldu.

Hidayet yolunun mürşidi olan Şani Efendi maddi, manevi varını, yoğunu feda ederek büyük hizmet gösterdi, külliye bir uçtan, öbür uca yeniden ihya edildi.

Allah’ın feyz nurları bu yüce makamı gönül ehline aşk esrarının bir hazinesi yaptı. Hz. Pir’e tam bir ihlâs ile yüzünü çevirip boynunu büken kimse, açıkta, gizlide, zahirde, batında muradına erer, mamur ve abadan olur.

Ey Allah’ın dostu dergâhına, kul olanların en değersizi, en ziyade kemteri olan lebib, senin lütfünün feyzinde dünya hayatı değil, bu hayatın bütün varlıklarının üstünde bir hayat, bir can-ı Cavidan rica eder.

Bu nazmı Mevla yanında dermansız ve değersiz bir kimse olan Salih Naili kaleme almıştır…”

VEFAT TARİHİ

Benlisultan hz.lerinin vefat tarihi kesin olarak tespit mümkün değildir.Ancak Şaban-ı Veli Hz.lerinden 5-6 yıl önce yani 970/1563 yılları civarında vefat ettiğine dair bilgiler mevcuttur.FAZIL ÇİFTÇİ  

TÜRBENİN GELİRLERİ:

Günümüzde şahısların tasarrufunda olan arazi halen “Tekkeli Köyü” adıyla bilinmektedir. Vakıf kayıtlarına göre zaviyenin mal varlığının bir kısmı olan Eceoğlu köyündeki onbir parça tarla ile bir değirmen arasının toplam geliri 1952 yılı hesap cetvelinde 90 lira olarak tesbit edilmiştir. Tosya ilçesinde mukim İmambeşezade Salih Ağa kızı Fatma Hanım da 1287 tarihli vakfiye ile Kuzyaka Seremedin köyündeki beş gözlü değirmen ile bir adet bahçesini vakfetmiştir.

 

(RESİM—7-4 Zannıma göre Seremedin köyündeki beş gözlü değirmen ile bir adet bahçesine aittir bu evrak. Kastamonu Vakıflar İdaresi Veznesine teslim edilen makbuzdur.Mazbut Benlisultan Vakfından 28 emlak numaralı Değirmen arsasının Kiracı olarak 50 lira alındı.Ziya ŞÖY tarafından Vakıflar veznesine teslim edilmiştir.1962 yılı Cilt No:8166   Varak:No:408285-Bu makbuzdan farklı olarak Değirmenin kirası olarak yatırılan 90 lira ya ait 25-3-1963 yılına ait 9810 cilt-varak no:490437 numaralı makbuz bulunmaktadır.Ziya ŞÖY’ün hangi sıfat veya yetkiye dayanarak buralara ait kiraları vakıflara yatırdığına dair hiçbir bilgim yok daha sonraki yıllar da bu vakıfa ait arsa ve değirmen ne olmuştur tarafımca bilinmemektedir.Nurettin ŞÖY )

-Ayrıca Benli Sultan, Seremedin, Saraycık ve Hamal köylerinde vakıf arazileri mevcuttur. 1322 ve 1323 yıllarına ait vakıf hesap cetvelinde Taşköprü ilçesine bağlı bazı köylerden senelik 997 lira 20 kuruşluk öşür tahsisatı olduğu da görülmektedir.

1317 tarihli vakıf tahrir defterinden anlaşıldığına göre dergâhın aydınlatılmasında kullanılan zeytinyağı ve mum, İstanbul Hamidiye ambarından gönderilmekte idi. Bu tarihten sonra ise senelik 20 okka zeytinyağı ile beş okka mumun bedeli olan yüzotudört (134) kuruşun mahalline gönderilmesine karar verilmiş ve malzeme Kastamonu’dan alınmıştır.(Fazıl Çiftçi)

 

IŞIK ÖNCE DAĞLARA VURUR

Beş asır önce almış ışığını,nurunu kaynağından bu mekân

Bağrında yatan bir Velî Şeyh Şâni,evvelinde ise Benlisultan

 

            Köyümde dört mevsimin rengi kokusu,tadı ayrı ayrı yaşanır

            Kır çiçeklerinin güzelliklerine,ihtişâmına,kekik kokuları karışır

            Gözelerinden billûr gibi akar pınarlarının  soğuk  ve tatlı suları

            Yaylaların da yazıların da meleşir,oynaşır koyunları ve kuzuları

 

İlkbaharın da,yazın da,bir başkadır,sonbaharın da kışın da,

Bahar da ressamın tuvaline resmedilmiş sanki bir tablodur

Yazın ayrılmak istenmez buradan,güzelliği insana şifa olur

Sonbaharın da o renk cümbüşü,armoniye dönüşür ormanların da

Kışın allara bürünür o yüceler arz-ı endâm eyler sanki dağların da

 

            O güzelim yemyeşil yaylaların da akar buz gibi  suları

            Bu güzellikleri bilen çıkar gelir dinlenmeye hafta sonları

            Bir gelen bir daha gelir doyamaz bu yaylaya çimene

            Gerçek huzur yeridir bu köy değerini anlayana bilene

 

Geyikler,elikler dillerde bir efsanedir obamız da yöremiz de

Benlisultan’a yardım ettiklerinden onlara dokunulmaz töremizde

Ahde vefâ olsa gerek, bu köylerde adeta kutsanmıştır bu geyikler

Hizmeti yapan hayvan dahi olsa unutulmaz onu bilir yürekler

 

            Köyümün insanı,tâ atadan,dededen misafirperverdir,misafiri sever

            Kalmaz geri herkes inanın imkanı ölçüsün de gelene yüreğini serer

            Yazın ziyaretçi çok gelir bizim köye,eğer varıp misafir olursanız bir eve

            Önce tatlı dil,güleryüz gelir,genci yaşlısı misafire elpençe divan durur

 

Mis gibi kokan tereyağı,pıt pıt ekmeği,yere yazma ,birde ayran

Eğer şansınız varsa tadarsınız  Benlisultanâ has kokulu  baldan

Biz de çay ikram etmenin adı,hadi gel geçelim derler size  çaydan

             Gerçi köye gelirken geçseniz de dereden tepeden üç tane çaydan.

              Salıvermezler sizi ikram etmedikçe  demledikleri o tazeçaydan

                                                                                          Nurettin Şöy

HACETTEPESİ (HAÇAT) = Zirvesinde bazı yıllarda haziran ayında dahi kar bulunan bir dağdır.Sıcaklığın düşük geçtiği Mayıs aylarında dahi kar yağdığı bir dağ olup 2587 metredir.Ilgaz dağı geçidi olan Kastamonu yu Ankara ya bağlayan yol ise 1800 metre civarlarındadır.Son yıllarda yapılan bir yol ile rahatça otomobil ile dağın eteklerine kadar çıkılabilmektedir.Son yıllarda dağcılık sporu için Hacettepe Zirvesine tırmanmak için gelen dağcılar çoğalmaya başlamıştır.Hatta 2002 şubat ayında üzücü bir olaylada karşılaşılaşılmış olup mahsur kalan dağcılar daha sonra kurtarılmşlardır.Hacettepeden çıkan Gürleyik suyu adı  verilen su ile Kastamonu ilimizin su ihtiyacının bir bölümü karşılanmaktadır. Kar manzarasının en güzel olduğu yerlerden bir tanesidir burası.Zirvede namazlo(mahalli ağızla) taşı denilen bir taş bulunduğundan bahsedilir.Kurak geçen yıllarda yağmur duası için bu dağın eteklerine kadar çıkılır kurban pınarı denilen yerde orada kurbanlar kesilir pilav yemeği yapılır herkese ikram edilir ve sonra da duaya başlanır.Özellikle küçük çocuklar  duaya dahil edilir ki,onların saflığından masumiyetinden minik ellerinin Allah katına açılmasından dolayı boş çevrilmeyeceğinden yarar umulur.Yağmur duasının çok değişik bir atmosferi vardır..O koca koca adamlar,aksakallı ihtiyarlar gözyaşları içinde elleri semaya değil de toprağa çevrili şekilde dua eder.O anı yaşamak lazım ,kelimelerin anlatmakta  aciz kaldığı yerlerden biridir bu sahne.Çocukluğum da bu sahneyi yaşadığım için hala gözlerimin önünden gitmez.

 

 

 

 

ASA SUYU/// Asa suyu Külliyenin güneydoğusundaki derede yer almaktadır . “Asa Suyu” denmektedir ki bu isim, Şeyh Şaban-ı Veli’nin türbesindeki su için de, Benli Sultan Türbesinin bahçesindeki su için de kullanılmaktadır.

 

Asa Suyu çok içilir.

Mü’min münafık seçilir.

Asi Gelince kesilir,

Ya Allah der Şeyh Şani.

             Hemen Hû der dervişleri

 

Asa suyu Külliyenin güneydoğusundaki derede yer almaktadır.. Benli Sultan hazretlerinin bu suyun yanındaki ağaç kovuğunda 7 yıl çile doldurduğu nakledilir. . Henüz çiçek açmasına yirmi gün varken Hazretin altında çile doldurduğu mübarek ağaç vaktinden evvel açar Şeyh Şani Hz.lerinin müritlerinden  Salih Nailinin nazmında belirttiği ağaç meyve ağacı olsa gerek   ziyaretçilerin bu şifalı sudan istifade etmeleri için 1986 Yılında Asa Suyu’nun yanına beton bir hamam yapılmıştır.Bay ve bayan bölümleri ayrı ayrı olup dileyen suyu ısıtmadan yıkanır dileyen ılıtarak .Yıkananlar giderken mutlaka suyu bidonlara doldurmak suretiyle evlerine götürür.Zemzemi andıran bir tadı olduğunu söylerler.Ramazanın yaza denk geldiği günlerde komşularımız iftara yakın çocuklarını buradan asa suyu almaya gönderirler hem soğuk olduğu için hem de oruçlarını bu suyla açmak için kullanırlardı.Bir de hasıl harman zamanı da içmek için tarlaya giderken yanlarına alırlardı.Çocuğu olmayanlar çeşitli hastalıklara düçar olanlar gelip bu su da yıkandıkları zaman şifa bulmuşlardır ve  bu kişilerden hâlâ hayatta olanlardan bizzat dinlemişizdir bunları,    herkes de bilir.

İnanışa göre  bir gün atıyla dolaşırken suyun çıktığı yerde bulunan ağacın yanına gelmiş, ağaç evliyaya saygısından yere eğilmiş evliya da atıyla ağacın üzerinde dolaşmıştır. Bu nedenle bugün bile ağacın gövdesinde at nallarının izinin bulunduğuna inanılmaktadır,köye gelen ziyaretçileri asa suyuna götürdüğümüz zaman sordukları soruların başında gelenlerden bir tanesi bu olmuştur.Benlisultan Hz.leri hangi ağaca atı ile tırmanmış diye ..

Gerçektenden ağaca bakıldığı zaman sanki at nalı izi gibi izler görünmektedir fakat inanıldığı gibi bu izler at nalı izi değilde ağacın gövdesinde kuruyan dalların ağaç tarafından atılması sonrası oluşan budak izleridir.Çünkü bahsedildiği gibi olsa o günkü ağacın 450-500 yıl yaşında olarak günümüze ulaşması gerekirdi ne o çapta ağaç var  nede kalıntısı. Asa suyunun etrafında bulunan ağaçlarda gelen ziyaretçilerin çakı ile isimlerini geldikleri tarihleri  kazıdıkları görülür.Aradan geçen yıllar bu yazılara değişik şekiller vermiştir.Tabi bu hareketler hoş olmasa da  gerçekleşmiştir.

 

 

 

 

 

ASA SUYUNA AİT SÖYLENENEFSANELER:

Halen sağ olan şimdi 80 yaş civarında bulunan köy komşularımızdan bir tanesi asa suyu yakınından yaş ağaç kesmiştir daha sonra ise elleri dertop olmuştur yani elleri yumruk şeklinde kalmış olup açılmamıştır. Gidip ağaç kestiğ yerler şerbetlenmiş Bu komşumuz yöredeki bazı hocalara okutturmuş kendini bundan sonra elleri eski halini almıştır.. O yüzden mümkün mertebe asa suyu yakınından ve türbe etrafından yaş ağaç kesmemeye özen gösterirler.Küçük dal parçalarına kıcılcım derler  ocak altı tutuşturmaya veya düşük ısıda pişirlecek veya ıstılacak şeyler de kullanılır.Yine komşularımızdan bir hanım şimdi vefat etti Allah rahmet eylesin aynı yerlerden bir kucak dal kıvılcım almış eve götürmüş ocağın altına koymuş dal parçaları yanmamış sabah erken den dalları aldığı yere bırakmış korkudan..Asa suyu kışın ılık yazın soğuk olarak akmaktadır.

 

 

AŞAĞİ MEZARLIK:

 Köy girişinde bulunan tahminen türbeye 100-150 metre uzaklıkta bulunan mezarlığa aşağı mezarlık denmektedir...Komşularımızın çoğunun aile mezarlığı burasıdır.Çocukluğumuzda buraya gelen ziyaretçiler den özellikle Tosya'nın köylerinden gelen misafirlerin bayan olanları ellerinde, evlerinden getirdikleri kırık pirinçleri oradaki mezarların üzerlerine dökerlerdi.Ve bu ziyaret ettikleri yere Kırkkızlar derlerdi..İnanç dünyamızda birler,  üçler, yediler, kırklar diye başlayan ricali gaybın böyle bir yerde anıldığı kuvvetle muhtemeldir ayrıca Kırgızlar da olabilir,konuşma dilimizin azizliğine de uğrayabilir. Türkiye de Tokat ilimizde Kırkkızlar diye bir Selçuklu türbesi,Giresun yöresinde de kırkızlar tepesi bulunmaktadır.

 

 GEYİKLER VE BENLİSULTAN KÖYLÜLERİ

 Kastamonu yöresinin ormanlık olması, bu nedenle de geyiklerin bol olması  Benli Sultan türbesinin yapımında geyiklerin de yardımcı olmaları konusunda efsanelerin anlatılmasına neden olduğu olmuştur.Türbede asılı bulunan geyik boynuzları bu düşüncelerin ortaya çıkmasında etkendir şahsi kanaatimce..Ayrıca halk arasında yine  merkeze bağlı Geyikli Köyünde bulunan Geyikli Sultan türbesinin yapımının da geyikler tarafından yapıldığına inanılmaktadır.Birde Benlisultan Hz.lerinin türbe yapımı esnasında o zaman ki köylülerin olumsuz tutumlarına karşın kendisine zorluk çıkardıkları için beddua ettiği efsanesi vardır ki, bu büyük insanların beddua edeceğine ihtimal veremiyorum.  Bu köyden olduğumu öğrenenlerin sordukları sorulardan biride, tek hayvan koşma ve beddua meselesidir.Şu an bulunan köy yerleşim yerindeki herkesin daha önceden çiftte,çubukta kullandıkları hayvanları hep iki olmuş.70 yıllarda çıkan traktörle zaten hiç problem kalmamış durumda. . Ahlat köyü tarafından gelen yolun,köyün üst tarafına gelen sol tarafında İbat Köyü adı verilen eski bir yerleşim yeri daha vardır ki, etrafı açık bir alan olan bu yere  ait kalıntılar farkedilebilmektedir,efsanelerde adı geçen tek öküz koşma,geyikler,beddua meselesinin bu köylülerle cereyan etmesi muhtemeldir.

Türbenin şehir merkezinde olmamasına rağmen Kastamonu halkı tarafından yaygın bir şekilde tanınan evliya hakkında sayısız da efsane anlatılmaktadır. Bu efsanelerin bazılarında Benli Sultan, Şeyh Şaban-ı Veli’nin kardeşi olarak anlatılmaktadır (bu türden değişik yörelerde efsaneler vardır ki, yedi kardeş efsanesi meşhurdur.)

TÜRBEDE YATANLAR

Türbenin kubbeli kısmında yedi sanduka vardır.Kabirler,topraktadır,sandukalar işaretidir.Benlisultan Hz.lerinin sandukası baştakidir,Türbedeki sandukalardan birisi de Benli Sultandan sonra yerine şeyh olan oğlu Mahmut Efendiye aittir.Türbenin içinde Türbede bulunan bir diğer sanduka da demirci ustası ve aynı zamanda Benli Sultanın müritlerinden olan Demirci Mehmet Efendi isimli zata aittir. Bu zatın adı cami ve mutfak arasındaki demir pencere parmaklıklarında yazılıdır.Vefat tarihi bilinmeyen Mehmet Efendi, merkez ilçeye bağlı Eceoğlu Köyünden olup bütün arazisini zaviyeye vakfetmiştir.

Türbenin ön tarafında bulunan üç sandukanın ortada bulunanı Şeyh Şani Efendi Hz.lerine iki yanında bulunanların ise yakınları olduğu tahmin edilmektedir.(Fazıl Çiftçi)

 

            BENLİSULTAN HZ.LERİNİN OĞLU MAHMUT EFENDİ

Türbedeki sandukalardan birisi de Benli Sultandan sonra yerine şeyh olan oğlu Mahmut Efendiye aittir. Mahmut Efendi Nakşî tarikatı üzerine tenvir ve irşatta bulunmuştur. 1013 / 1604 yılında Şaban-ı Veli dergâhı şeyhi olan Ömer-ül Fuadi Efendi ile görüşmüş olduğuna göre bu tarihlerde hayattadır, vefat tarihi belli değildir.Mahmut Efendi’den sonra kimlerin şeyh olduğuna dair bilgi elde edilememiştir.(fazıl çiftçi)

Tahmini olarak aşağı yukarı 1563 yıllarında Benlisultan Hz.leri dünyasını değiştirmiş olduğuna göre oğulları Mahmut efendi babasından sonra vazife alınca 1604 yılında Ömer-ül Fuadi hz. İle görüşmüştür buradan da anlaşılacağı üzere 40 yıl irşad görevini sürdürmüş olup daha sonrasında vefat tarihi belli değildir.Şeyh Şani hz.lerinin vazife aldığı 1842 yılına kadar olan yaklaşık 240 yıllık zaman diliminde kimlerin gelip geçtiği görev yaptığı belli değildir.Yine  mevzuu, arşiv kaynaklarının araştırılıp ortaya konulmasına  dayanmaktadır.

 

BENLİSULTAN HZ.lerinin AHFÂDI

 

Prof.Dr.Erdoğan Dündar ÖZBENLİ (1928-1985)

 

Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölünün kurucusu ve ilk bölüm başkanı olan sayın  Prof.Dr.Erdoğan Dündar ÖZBENLİ; 19 Ekim 1928 tarihinde Kastamonu da doğdu(Merkez Deveciler mahallesinde-Ömer Karadağ Har.Kad.Yük.Müh. Erdoğan  ÖZBENLİ ile Geçmişe Dönük Hatıralar  adlı yazısı).Ömrü boyunca çok değerli çalışmalara ve ilklere imza atan bu çok değerli ilim adamı hemşehrimizin ömrünün son demlerinde geçireceği bir ameliyat öncesinde yakın dostlarından Ömer DEMİRAĞ beyefendiye verdiği bir zarf var.Geçireceği ameliyat sonrasında sağlıklı olarak çıkarsa kendine iaedesi,eğer emri Hak tecelli eylerse eşine verilmesi için.Ertesi gün ameliyat esnasında yapılan bütün müdahalelere rağmen kurtarılamamış bu değerli bilim adamı ve herkesin sevdiği insan hayata gözlerini yummuştu.Akşam evinde toplanan  dostları aile fertlerinin biraz sakinleşip sukun bulmaları üzerine emanet zarfı açmışlar kendi el yazısı ile beyaz bir kağıda yazmış olduğu ölüm ilanını orada okumuşlardı.Ölüm ilanı aynen şöyle aynısını aktarıyorum.

                                   

 

 

 

 

 

            AHFAD(Ahfâd)=torunlar,sahih ve fâsidini de içine alacak surette bir kimsenin evlâdının evlâdı.bütün derecelerde bulunan erkek ve kız torunları anlatır.Türk Hukuk Lûgati-Türk Hukuk Kurumu-4 ncü baskı ANKARA-1998

Saygıdeğer hocamız kendilerini Benlisultan Hz.lerinin ahfadından saymaktadır.Tanım gayet açıktır başkada izaha gerek yoktur.Gönül isterdiki aileye ait bilgileri ve  şecerelerini belgeleri ile birlikte kendilerinden veya çocuklarından almak, alınan bilgileri burada izah etmek .Kendilerinden almak mümkün olmadığı için, muhterem eşleri ve çocuklarına irtibat kurup bilgilerine başvurmak,fakat ailenin şu an için Kastamonu ile bir organik bağları gözükmemektedir. 

Emekli Maarifçi (Milli Eğitim camiası mensubu) H.Avni ÖZBENLİ beyefendi Kastamonu eğitim ve kültür hayatına önemli derecelerde katkıda bulunmuş eğitimci ve kültür adamıdır ve yakın akrabadırlar Erdoğan Beyefendi ile  Hüseyin Avni Özbenli .

(H. Avni Özbenli, 1919'da Kastamonu'da doğmuştur. Liseyi 1939-40 döneminde bitirmiş, DTCF. Felsefe bölümünden mezun olmuştur. Gölköy Köy Enstitüsü "nde öğretmenlik, Kastamonu Kız İlköğretrnen Okulu'nda müdürlük yapmıştır. Millî Folklor Dairesi Başkanlığı görevinde bulunmuş, sonra Millî Eğitim Bakanlığı müfettişliğine atanmış ve bu görevinden emekli olmuştur. A. Özbenli Kastamonu'nun musikiye dayalı folkloru konusunda uzman bir kişidir. Radyoda saz çalmış ve bazı türküleri derlemiştir. Kastamonu türkülerinin radyo ve televizyonlardan tanıtımı konusunda büyük çabaları olmuştur. Evli ve iki oğlu vardır. Kaynak eser: Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi Tarihi Yazar      : Yrd.Doç.Dr.MUSTAFA ESKİ)

Merhum H.Avni ÖZBENLİ beyefendinin ailesi de aynı şekilde Kastamonu ile bağları yoktur.Her iki ailenin de kızlarından devam eden soyları varsa da soyisim aynı olamadığı için en azından şimdilik tarafımdan  bilinmemektedir.

Diğer taraftan şehrimizin tanınmış meşhur meczup velisi  olarak bilinen Allah Dostlarından Eşref Efendi de bu aileye mensuptur.Eşref ÖZBENLİ ilimiz de Meşeli Türbe denilen yerde medfundur.Eşref efendi adına müstakil küçük çaplı bir eser veren muhterem hocamız hemşehrimiz Prof.Dr.Abdulkerim ABDULKADİROĞLU’nun  Deli Eşref adlı bu eseri aynı zaman da sahasın da ilk olup meczup Veli’leri anlatan ilk eser mahiyetindedir.Bu eser de Eşref Efendi ve kerametlerine yer verilmiştir.Eğer ispat edilebilirse Benlisultan Hz.lerinin ahfâdının Kastamonu’da devam ettiği gerçeği ortaya çıkacaktır.İşin enteresan yanı bu aileye ait Benli Sultan Hz.leri ırsî bağlarının olduğu yönün de şimdiye kadar hiçbir ortam ve yerde bahis mevzuu olmamıştır.Tabi bizim içinde bulunduğumuz sosyal çevremiz ve yaşımız itibarı ile de mümkün olamamış da olabilir.

 

DELİ EŞREF VEYA HACI EŞREF

….Deli Eşref veya Hacı olduktan sonra Hacı Eşref denen Eşref ÖZBENLİ (eski şöhteri ile mahalli ağızla Benlizâdeler veya Benlioğlu)H.1324 /M.1906 yılında,Mustafa ve Nebiyye’den Kastamonu’da doğmuştur.İlin Deveciler Mahallesi nüfusuna kayıtlı olup 7 nolu haneden çıkmaktadır.O, aslında varlıklı bir ailenin oğludur.Aile,eski İnebolu yolu üzerinde bulunan Hacortu Köyü’ndendir.Babası Hacı Mustafa’nın 1912 Balkan Harbinde şehadeti üzerine kendisine şehid maaşı bağlanmış olup, ağabeyi Tevfik bey tarafından vasîlik ve amcası Ahmed Benlioğlu,Hisarardı muhtarı Hamdi Pehlivan ve Eski Belediye Başkanlarından Şerafeddin Sabirin de vasisi olmuştur.Eşref’in amcası Hüseyin Rüşdü Özbenli de,1959 yılında vâki ölümüne kadar onun vasîliğini yapmış,her türlü kahrını çekmiştir.(Prof.Dr.Abdulkerim ABDULKADİROĞLU Delilerin Velisi Eşref)

 

KİM DELİ-KİM VELİ

Bediüzzaman Said Nursi Hz.leri Kastamonu da mecburî  ikamettedir.Ziyaretine giden biri,köyden hediye olarak yoğurt götüemüştür.Onun hediye almak adeti olmadığından yoğurdu getirene, “Ben aldım,kabul ettim.Hediyeyi alın ve giderken Eşref’e verin”der.Evden ayrılıp giderken yoğurt sahibi Eşref’i görür.Eşref kendisine “Benim yoğurdu veriniz”diyerek kerâmetinin bir örneğini daha ortaya koyar(Kaynak kişi Enver Eroğlu-Esnaf-Delilerin Veli Eşref) Buradan dan anlaşılıyor ki Üstad Hz.lerinin nezdinde îtibar görmüş bir şahsiyettir Eşref Efendi.

 

 

 

 

 

 

BENLİSULTAN HZ.LERİNİN HALİFESİ ŞEYH VAİZ MUHARREM EFENDİ

            Şeyh vaiz Muharrem efendi Hz.leri Kastamonu Ilgaz dağında gerçek er,Benlisultan Hz.lerinin halifesi idi. Benlisultan Hz.lerinin vefatından sonra Hz.Pîr Şeyh Şaban-ı Veli Hz.lerine gelip irşad ile halifelik almışlardır.Kabri şerifleri İstanbul da Ağa Kapısı yakınında Mimar Sinan’ın türbesinde Mimar Sinan ile yan yana medfundur. Şeyh  Muharrem efendinin üzeri açıktır.Yuvarlak taşı var yazısı yoktur.Ziyaret olunur.(K.S.) Hz.Pir Sultanın vefatlarından sonra Kastamonu bize haram oldu diyerek külliyen İstanbul’a nakl eylemişlerdir.

(İbrahim Has Tezkire-i Has  G.Ü Gazi Eğt.fak.Dergisi 2007 özel sayısı Yard.Doç.Dr.Mustafa TATCI)

Şimdiye kadar ulaşılan mevcut eldeki  belgelerde Vaiz Muharrem efendiden bahis olunurken Benlisultan Hz.lerinin müridi olduğu bilgileri vardı fakat Onun Halifesi olduğu bilgisini yeni öğrenmiş olduk.Demek ki oğulları Mahmut Efendi ve Vaiz Muharrem efendi halifelik makamında bulunuyorlarmış.Güzel bir tevafuk eseri olarak bu bilgiye ulaşmama vesile olan değerli insan Abdurrahman EMİROĞLU’na teşekkür ederim.

 “BİZ CEVÂBIMIZI VERDİK.VAR SEN KENDİ CEVÂBINI HAZIRLA”

Seyyid Nizâm hazretleri altmış üç yaşına geldiğinde 1550 (H.957) senesi Muharrem ayının bir Cumâ gecesinde rahatsızlandı. Ölüm hastalığı sırasında sağ tarafına bakıp; “Ceddim Resûlullah aleyhisselâm geldi. Bu dünyâdan gidelim, Cennet'e uçalım” buyuruyor.” dedi. Rûhunu teslim etmeden önce burnundan kan geldi. Ellerini kana bulaştırarak güzel yüzlerine sürdü ve; “Allahü teâlâya hamd ve şükürler olsun ki bugün ceddim (dedem) hazret-i Hüseyin’in âlûde hûn (kana bulaşmış) oldukları gibi ben de öylece gidiyorum” buyurdu. “Yâ Allah” ism-i celîlini söyleyerek rûhunu teslim etti.

Cenâze namazında on bin kişiyi aşkın cemâat bulundu. Cenâze namazını büyük velî Merkez Efendi, Fâtih Câmiinde kıldırdı. Silivrikapı'da yaptırdığı şimdi câmi olan dergâhın içine defnedildi. Merkez Efendi onun defni sırasında şâhid olduğu bir husûsu şöyle nakletti: “Seyyid Nizâm hazretlerini kabre indirdiler. Ben telkîn verdim. O anda hazret-i Seyyid’in bir sedâsını işittim, buyurdu ki: “Biz cevâbımızı verdik. Var sen kendi cevâbını hazırla.” Seyyid Nizâm hazretlerinin vefâtı sırasında Kanûnî Sultan Süleymân Han, Osmanlı pâdişâhıydı. http://www.islamvetasavvuf.org/?q=node/3637

           ARKEOLOG Ahmet GÖKOĞLU VE BENLİSULTAN KÜLLİYESİ

Aşağı da sunacağım rapor şeklinde hazırlanmış ve dilekçe olarak 1975 yılın da Kastamonu Müze Müdürlüğünden emekli Arkeolog Sayın Ahmet GÖKOĞLU  Vakıflar Genel Müdürlüğüne sunulmuştur.Ek olarak verilen resim ve krokiler elimde olmadığından yazı içersinde verilememiştir.1975 yılında yazılmış hali ile aynen aldım değişiklik yapmadım.Osmanlıca kelimeler için sözlük kullanma mecburiyeti hasıl olsa da bir kültürün geçmişde kullandığı dili bilmesi için birazcık sözlük karıştırma zahmetine katlanılması gerekecektir.Meydana getirmeye çalıştığım bu amatör çalışmalarım da öncelikle alıntı yaptığım eserleri ve yazarlarını hemen cümle sonun da belirttim aynı konu hakkındaki  farklı bilgileri alt alta sıraladım kaynaklarını vererek sonlarına kendi bildiklerimi ve duyduklarımı ekledim, ama aşağıda sunacağım raporu aynen aldım birbiri ile benzer olan konuların aralarına buradaki bilgileri almadım,şahsen benim için bu amatör bile sayılamayacak çalışmam da ezber bozan bir belge oldu.İlk defa gün ışığına çıkan bilgiler olduğu için  beni gayet heyecanlandırdı. Bu belgeyi bana verme nezaketinde bulunan değerli insanlara teşekkür ederim.

 

 

KASTAMONU(BENLİSULTAN)kÜLLİYESİ VE ZAVİYESİ HAKKINDA RAPOR

 

 

Külliyenin bulunduğu yerin coğrafi durumu:

P.T.T. Başmüdürlüğünden emekli Sayın İhsan Oğuz tarafından 975 yılında kaleme alınan (Benli Sultan Şeyh Muhiddin ebu Şâme hakkında muhtasar tercümei hâl) isimli gayrı matbu risalede de işâret olunduğu gibi,bu külliyenin bulunduğu köy,Ilgaz  dağlarının kuzey sathı mâilinde,etrafı kesif ormanlarla çevrili,tarlalık bir sırt üzerine kurulmuştur.Manzarası çok güzel,havası pek latiftir.Benli Sultan ismini alan bu köy,1930 yılına kadar müstakil bir muhtarlık iken aynı tarihte Ahlat Köyünün bir mahallesi olmuştur.Kastamonu merkezine yaya 6,otomobil ile 1 saat 30 dakikadır.Yolu muntazam taksi dahil,her türlü vesâitle gidilmektedir.Köyün üç türlü menba suyu vardır:Birisi:Üyük yaylasından gelen Benli Sultan suyu,diğeri:Şeyh Şâni efendinin İbat deresinden getirip külliyeye akıttığı su ki:(halen köylülerin arasında Şayığın suyu denilen su olup 90’lı yıllara kadar faaldi, bizim bahçenin içinden geçerek çeşmeye akardı çeşmenin ayağında ise hayvan sulamak için 2 gözlü 7-8 m. civarında bir ağaç oluğu vardı.) bunlar 1955 de Devlet Su İşleri tarafından birleştirilmiş,fenni te’sisat ile köye akıtılmıştır.Bir de Külliyenin eteğindeki dereden çıkan âsa suyu bulunmaktadır.Tahminen 23 hâneli olan köy halkı geçimini verimsiz hububat ziraatı,hayvan yetiştirme ve orman ürünlerinden sağlamaktadır.

 

Külliyenin tarihi durumu:

İslâmiyetin yayıldığı ve tasavvufun mânevi nüfuzunun teessüs ettiği yerlerde Hükümdarlar ve ümera:Tekke ve zaviyeler yaptırmak  sureti ile bu akıma iltihak etmişlerdir.(Prof.Fuat Köprülü-İlk Mutasavvıflar syf 20-21)Tekke ve hânegâhlar,birer âyin ve irşat yeri,zâviyeler de birer misafirhane idiler.Buralarda kurulan tam teşkilatlı büyük zaviyelerde misafirlerin yatmaları için misafirhaneler,yemeklerin pişirilmesi için aşhâneler,hayvanlarını bağlamak için hanlar ve ahırlar,ibadet etmeleri için mescitler,taharet için hamamlar ve çeşmeler,bazılarının yanında ilim ve irfan için medrese ve kitaplıklar da inşâ olunmuştur.Bunların idaresi için,hükümetten beratlı bir de mes’ul şahıs bulundurulmuştur.

Bolu,Zonguldak,Sinop,Çankırı ve mülhakatını da içine alan eski Kastamonu da,bahis konusu olan zâviyelerden (86) tane mevcut olduğu arşiv vesikalarından anlaşılmaktadır.Kastamonu merkezinde bulunan İsmail bey,Yakup ağa,Honsalar,Taşköprü de Abdal Hasan gibi tam teşkilatlı büyük zâviye ve veya imâretlere ilaveten bir zâviye ve külliye de konumuz olan (Benli Sultan) da bulunmaktadır.Külliye mescit,misafirhane,aşhane(mutfak),medrese,kütüphane ve türbeden ibarettir,hiç birisinin üzerinde inşa kitâbesi yoktur.Arşiv vesikalarına göre bu tesislerin kargir kısımları 918 hicri,1512 miladi yılında Yavuz Sultan Selim devrinde(Benli Muhiddin Ebu Şame tarafından yaptırılmıştır.(Ahmet Gökoğlu :Paflagonya eski eserleri ve arkeleojisi syf.288)Külliye,sonradan bir yangın geçirmiş,yalnız kargir kısımlar kalmış,diğerleri tamamen yanmıştır.Burada gördüğümüz ahşap kısımlar,1258 hicri yılında postnişin olan Şeyh Şani efendi tarafından yaptırılmıştır.Bu gün evlat ve ahfadının oturduğu ahşap binayı da misafirhane olarak aynı şeyh yaptırdığı gibi,misafirlerin hayvanları için ahırlar,samanlıklar,aşardan gelen hububatı koymak için ambarlar da inşa ettirmiştir.Eksik kalan kısımları da torunu Nureddin efendi tamamlatmıştır.

 

Benlisultan külliyesinin vakıfları:

 

Benli Sultanın gerek Padişah,gerek kendisi ve gerek diğer eşhas tarafından yapılmış mazbut ve mülhaka şeklin de bir çok vakıfları vardır.

Bu gün asılları Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunan vakfiyelere göre,Padişah tarafından vakf olunanlar şunlardır:

1-Merkeze bağlı Seremedin Köyü çiftliği (arazi ve aynı köyde virantarla ve 5 parça zemin)

2- “              “      Eceoğlu çiftliği (aynı köyde bir parça zemin)

3- “              “       Melek emir köyü Çiftliği (arazisi ve bir zemin)

4-“                “      Darı bükü çiftliği (arazi ve ayrıca bir zemin)

5- “              “       Arazya  çiftliği (a  ve bir zemin)

6-Taşköprü’nün Akça köy çiftliği

7-           “               “     “       “

8-           “               “     “       “

9-Devrekani de  deveciler çiftliği  (ve bir zemin)

 

            Bunların hangi Padişah tarafından vakıf olunduğuna dair sarahat yoksa da Külliye,Yavuz Sultan Selim tahta çıktığı 918 hicri.1512 miladi tarihinde yapıldığına göre,Benli Sultanın Yavuz Sultan Selimin babası II.Beyazıt zamanında buraya yerleşmiş olması gayet tabiîdir.Osmanlılar tarihinde Beyazıd-ı Veli diye şöhret alan II.Beyazıdın mutasavvıflara ve zahidlere çok düşkün olduğu bu meyanda bir çok tekke ve dergahlar yaptırdığı,bunlara vakıflar yaparak zâviyeler açtırdığı,aynı tarihlerde yazılı olduğuna göre,vakıflar yapan padişahın II. Beyazıd olması çok muhtemeldir.Zaten başlangıçta böyle bir külliyenin yapılması da bir şahsın gücü ile tev’em olamayacağı hususu  bunu te’yit etmektedir.Mamafih,Benli Muhiddin Sultan, II.Beyazıd,Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerin de yaşadığına göre vakıfları yapan bunlardan birisidir.

            Benli Sultan külliyesinin yukarıda yazılı vakıflara ilâveten bizzat kendisi tarafından yapılıp tevliyyeti evlat ve ahfadına meşrutalı vakıfları da vardır.Mesela Akçakavak çiftliği ve müştemilâtı,Hamal köyü,Kaşçılar İmam beşe köyü(galatı imambaşo köyü),Benli Sultan ve Karabek musa efendi köyü,Benli Sultan tarafından vakıf olunduğu arşiv vesikalarından anlaşılmaktadır.Bunlara ilaveten:Şeyh Şâni efendi tarafından Seremedin değirmeni de bu zaviyeye vakıf olunmuştur.

 

Benlisultan zâviyesinin geliri      :

 

Arşiv vesikaları ile evkaf kayıtlarında beyan olunduğu veçh ile külliyyenin senevi geliri,o devrin parası olarak(8074) liardır.Bu gelir vakıf,arazi,aşar ve bağışlardan sağlanmaktadır.Bu hususta şer’iyye  sicillerinde bir çok kayıtlar bulunmaktadır.Külliyenin senelik aşar geliri(400) kile yâni 40 ton hububatı bulduğu ve Şâni Efendi zamanında devletten alefiye ve taamiye diye de bir kısım tahsisat sağlandığı anlaşılmaktadır.Buna mukabil gider de ona göredir.Her gün misafir akın eder,bilhassa yaz aylarında 50-400 kişiden eksik olmazmış.Bunlar arasında mutasarrıflar,kadılar,diğer ümerâ,ulemâ ve meş3ayıh d abulunur,her fırınlar ekmek pişirir,büyük yemek kazanları kaynar,dolup boşalırmış.

 

Benli Sultanın Biyoğrafisi            :

 

Külliyenin vakıf,zaviye gelir ve giderleri kısmında beyan olunan rakamlara göre bu zâtın  büyük bir şöhrete sahip olduğu anlaşılmaktadır.Mumaileyhin hem ârif,hem âlim olduğunu vesikalar te’yit etmektedir.Müze arşivlerine göre tarihi mir’atı kainât Benli Muhiddin Sultanı Yavuz devrinin ilim adamlarından birisi olarak göstermektedir.Külliye arasında bir de medrese ve kütüphane bulunması bu ciheti kuvvetlendirmektedir.

            Böyle şöhretlere sahip olmasına rağmen,nerede doğduğu ve nereden nasıl geldiğini gösterir bir vesika yoktur.Kastamonulu olduğu veya Horasandan geldiği rivayetleri varsa da vesikaya müstenit değildir.

            P.T.T. Baş Müdürlüğünden emekli Sayın İhsan OĞUZ’un yazdığı,yukarda adı geçen risalede zikr olunduğu vech ile mumaileyh Kastamonu merkezinde Halvetî meşâyıhından Şâbânı Veli ile hem asırdır.Çok zaman beraber sohbet etmişlerdir.Şâbânı Velinin ölüm tarihi H.976 yılıdır.Benli Sultan bundan 3 veya 5 sene evvel vefat ettiği aynı risalede yazılı olduğuna göre vefat tarihi H.970 yılı olması.muhtemeldir.  

 

Benli Sultanın Halefleri :

 

   Arşiv vesikalarına göre Benli Muhiddin Sultan’ın, Mahmud Çelebi, Ahmet Çelebi, Abdullah Çelebi, Halim Çelebi, Ali Çelebi ve Mustafa Çelebi namıyla 6 oğlu bulunduğu anlaşılmaktadır. Vefatından sonra, oğlu Mahmud Çelebi post nişin olmuştur. Maalesef silsilenin tayinine yarar elde vesaik yoktur. 1014 tarihinde Şeyh İbrahim, 1199 tarihinde Efganlı Açıkbaş Şeyh ve bunun hakkında şikayet olduğundan çıkarılması üzerine Benli Sultan ahfadından Şeyh İbrahim, 1251’de Şeyh Hacı Ali 1258’de Şeyh Şani, ondan sonra oğlu Şeyh Şadi ve torunu Şeyh Nureddin Efendi post nişin olmuşlar ve bu zaviyeyi 1925’de zaviye ve dergahların kapatılmasına kadar idare etmişlerdir.

   Ziya Demircioğlu’nun (Kastamonu Evliyaları) adlı eserinin 72. sahifesinde işaret edildiğine göre Şeyh Şani Benli Sultan ahfadından değildir. Bu zât Kastamonu’lu olup Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi’den icazetlidir. Benli Sultan Şeyhi inhilal edince oraya tayin edilmiştir. Orada hem Nakşi hemde Bayrami ayinleri yaptırmıştır.

 

Külliye ve Zaviyenin Mimari Durumu :

 

Yukarıda da bahis olunduğu gibi: Külliye, Türbe, Mescid, Mutfak, Misafirhane, Medrese ve Kütüphaneden ibarettir. Bunlardan Medrese ve Kütüphane muhtemelen ahşap olduğundan çıkan yangında yanmışlar yalnız kagir olan kısımlar kalmıştır. Binalar kısmen kesme ve kısmende moloz taşından harçla yapılmış, aralarına tuğla kuşaklar konulmuş üzerleri birer kubbeyle örtülmüştür.(Resim6-7) Kroki (I)de görüldüğü veçh ile Türbenin Kubbesi dörtköşe, diğerlerinin kubbeleri sekizer köşeli kasnaklar üzerine oturtulmuştur. Vakti ile bu kubbelerin üzerleri kurşunla kaplı olduğu muhakkaktır. Fakat yangında kurşunların muhtemelen eridiği kullanılmaz hale geldiği cihedle orman memleketi olduğundan üzerleri daha ucuza mâl olan bir ahşap çatı ile örtülmüştür.(Resim:3-4-5)Yine arşiv vesikalarına göre 1258’de post nişin olan Şani Efendi bir kerede torunu Nureddin Efendi zamanında tamirat yapılmışsa da tamir kitabesi de yoktur. 1943 depreminde çok harap olan türbe mahallince tamir olunmuşsa da Cami, Misafirhane, Mutfak imkansızlık karşısında olduğu gibi bırakılmıştır.(Resim:1-2)

 

Benli Sultan Köyü’nün Turistik Durumu :

 

   Raporumuzun başında kısaca coğrafi ve diğer kısımlarda da tarihi ve mimari durumuna temas ettiğimiz bu köy tabiatın bütün güzelliklerini üzerinde toplayan gümrah ormanlar arasında adeta bir pırlantadır. Ilgaz dağlarının Hacettepesi Şahikasına yaslanan bu köyde gözlerinizi ne tarafa çevirseniz başka bir cazibe ile karşılaşırsınız. Görünen yalnız bir orman bir yayla ve buz gibi suları bulunan pınarlar değil, her bakımdan seyrine doyulmayan canlı tablodur. O kadar harika bir tablodur ki burada geçirilecek bir güne bile Cihan değer. Bu tabii güzelliğe ilaveten ziyaretçilerin burunlarına burcu burcu kokan maneviyat ve ruh güzelliği de onları teshir etmektedir. Bu sihirli cazibe dolayısı ile dün olduğu gibi, bugünde buraya uzak ve yakından turistler akın etmektedir.

 

   İşte böyle güzellik mahşeri olan yerde kurulan bu Külliye ve Zaviyeye oraya layık olacak tarzda eski halini kazandırmak için bilhassa imaret kısmının çok ihtiyacı vardır.(Resim:6-7)

 

   Mahalle halkının ricalarına ilaveten bizde bu ecded yadigarı eserlerin tetkiki ile şanına yakışacak şekilde onarımına himmet buyurulmasına bil hassa Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden rica ve istirham etmekteyiz. Saygılarımızla …   25 / 09 / 1975

 

                                                                                              

                                                                                   Kastamonu Müze Müdürlüğü’nden

                                                                                                   Emekli Arkeolog

                                                                                                 Ahmet GÖKOĞLU

Video

Beğen

  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Pinterest Social Icon
  • Instagram Social Icon

Paylaş

bottom of page