top of page

Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa 1916'da 4.Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Medine'ye gönderilmiştir. İngilizler'in desteğinde isyana girişen Şerif Hüseyin ordusuna karşı, kısıtlı imkanlara rağmen yaptığı Medine müdafaası ile büyük takdir toplamıştır. Medine'nin etrafı isyancıların eline geçmeye başlayınca İstanbul'daki Hükümet, Medine'nin boşaltılmasını istemiş, Fahreddin Paşa 'Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine'deki Türk Bayrağını kendi elimle indiremem' diyerek şehirden ayrılmayı kabul etmemiştir.

Herhangi bir yağma ihtimaline karşı da tedbir olarak, Medine'deki 30 parça Kutsal Emaneti 2000 askerin koruması altında İstanbul'a göndermiştir.Bir süre sonra Medine'nin etrafı tamamen kuşatılmış, Türk orduları kuzeye doğru geri çekilmeye başlamıştır. Etrafındaki Türk birlikleriyle irtibatı tamamen kesilen Fahreddin Paşa ise şehri savunmaya devam etmiştir. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesini imzalayarak I. Dünya Savaşından çekildiğinde Mütarekenin maddelerine göre Fahreddin Paşa'nın da teslim olması gerekmektedir. 

Kendisine Mondros Mütarekesini tebliğ için İstanbul'dan gönderilen elçiyi dikkate almamış, Mondros Mütarekesinden sonra da teslim olmayarak şehri savunmaya devam etmiştir. Osmanlı devletinin teslim olmasından sonra 72 gün daha Medine’yi savunmaya devam eden Fahreddin Paşa yiyecek, ilaç ve cephanenin bitmesinden sonra kendi askerlerinin de ısrarıyla 13 Ocak 1919'da teslim olmuştur. Böylece Medine'de 400 seneden beri süren Türk hakimiyeti sona ermiştir.

Fahreddin Paşa elindeki kısıtlı imkanlara rağmen aldığı tedbirler sayesinde Medine'yi 2 yıl 7 ay savunmuştur.

İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak önce Mısır'a daha sonra da Malta'ya gönderilmiş, 8 Nisan 1921'de Malta'da kurtulduktan sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara'ya gelmiştir.

9 Kasım 1921'de TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliğine tayin edilen Fahreddin Paşa, 1936'da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılmış, 1948'de vefat etmiştir.

ÇÖL KAPLANI FAHREDDİ N  PAŞA

Kastamonulu Paşalar

Kastamonu Taşköprü ilçesinde Hacıkadı Zadeler ailesinin bir ferdi olan Fahreddin Türkkan, 93 Harbi'nden sonra ailesiyle birlikte Payitaht'a yerleşti.

Mekteb-i Harbiye'yi birincilikle bitirdi. Erkan-ı Harbiye Mektebi'nden de mezun olduktan sonra, 1891 senesinde Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle göreve başladı.

Balkan Savaşı'nda Çatalca savunmasında ve Edirne'nin geri alınışında görev aldı. 1916 senesinde 4. Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Medine'deki Hicaz Kuvve-i Seferiyesi komutanlığına atandı. İngilizlerin desteğinde isyana girişen Şerif Hüseyin ordusuna karşı, kısıtlı imkanlara rağmen yaptığı  meşhur 'Medine Müdafaası' büyük takdir topladı. 2 yıl 7 ay süren Medine Müdafaası sonrası "Medîne Müdâfii", "Türk Kaplanı", "Çöl Kaplanı", "Medine Kahramanı" lakaplarıyla anılmaya başlandı.

Birileri ingiliz ajanları ardında saf tutarken, birileride Paşanın ardından Din-i Mübin-i İslam için, Devlet-i Aliyye için at koşturuyordu...

"Medine'de Hicaz Kevve-i Seferiye Kumandanı Fahreddin Paşa" der osmanlica belgeler. " Ben, peygamberin merkadini kimseye teslim edemem" diyen Paşamız...

 

 

Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa 1916'da 4.Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Medine'ye gönderilmiştir. İngilizler'in desteğinde isyana girişen Şerif Hüseyin ordusuna karşı, kısıtlı imkanlara rağmen yaptığı Medine müdafaası ile büyük takdir toplamıştır. Medine'nin etrafı isyancıların eline geçmeye başlayınca İstanbul'daki Hükümet, Medine'nin boşaltılmasını istemiş, Fahreddin Paşa 'Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine'deki Türk Bayrağını kendi elimle indiremem' diyerek şehirden ayrılmayı kabul etmemiştir.

Herhangi bir yağma ihtimaline karşı da tedbir olarak, Medine'deki 30 parça Kutsal Emaneti 2000 askerin koruması altında İstanbul'a göndermiştir.Bir süre sonra Medine'nin etrafı tamamen kuşatılmış, Türk orduları kuzeye doğru geri çekilmeye başlamıştır. Etrafındaki Türk birlikleriyle irtibatı tamamen kesilen Fahreddin Paşa ise şehri savunmaya devam etmiştir. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesini imzalayarak I. Dünya Savaşından çekildiğinde Mütarekenin maddelerine göre Fahreddin Paşa'nın da teslim olması gerekmektedir. 

Kendisine Mondros Mütarekesini tebliğ için İstanbul'dan gönderilen elçiyi dikkate almamış, Mondros Mütarekesinden sonra da teslim olmayarak şehri savunmaya devam etmiştir. Osmanlı devletinin teslim olmasından sonra 72 gün daha Medine’yi savunmaya devam eden Fahreddin Paşa yiyecek, ilaç ve cephanenin bitmesinden sonra kendi askerlerinin de ısrarıyla 13 Ocak 1919'da teslim olmuştur. Böylece Medine'de 400 seneden beri süren Türk hakimiyeti sona ermiştir.

Fahreddin Paşa elindeki kısıtlı imkanlara rağmen aldığı tedbirler sayesinde Medine'yi 2 yıl 7 ay savunmuştur.

İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak önce Mısır'a daha sonra da Malta'ya gönderilmiş, 8 Nisan 1921'de Malta'da kurtulduktan sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara'ya gelmiştir.

9 Kasım 1921'de TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliğine tayin edilen Fahreddin Paşa, 1936'da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılmış, 1948'de vefat etmiştir.

Ortada Kastamonu/Taşköprülü Fahreddin Paşa, sağında Miralay Necib ve solunda solunda erkànıharbiye reisi Emin Bey.

Kastamonu Taşköprü ilçesinde Hacıkadı Zadeler ailesinin bir ferdi olan Fahreddin Türkkan, 93 Harbi'nden sonra ailesiyle birlikte Payitaht'a yerleşti.

Mekteb-i Harbiye'yi birincilikle bitirdi. Erkan-ı Harbiye Mektebi'nden de mezun olduktan sonra, 1891 senesinde Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle göreve başladı.

Balkan Savaşı'nda Çatalca savunmasında ve Edirne'nin geri alınışında görev aldı. 1916 senesinde 4. Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Medine'deki Hicaz Kuvve-i Seferiyesi komutanlığına atandı. İngilizlerin desteğinde isyana girişen Şerif Hüseyin ordusuna karşı, kısıtlı imkanlara rağmen yaptığı  meşhur 'Medine Müdafaası' büyük takdir topladı. 2 yıl 7 ay süren Medine Müdafaası sonrası "Medîne Müdâfii", "Türk Kaplanı", "Çöl Kaplanı", "Medine Kahramanı" lakaplarıyla anılmaya başlandı.

Fahreddin Paşa, çekirge yemenin sünnet olduğunun altını çizerek askerlerini buna alıştırmak için şu bildiriyi yayınlamıştı: “Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Uçar, yeşilliklerle beslenir, temiz ve taze olan yiyecekleri yer… Hicaz, Yemen, Asir Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve çevikliklerini çekirgelere borçludurlar… Hekimlerimiz de çekirgenin şifa verici ve besleyici olduğundan bahsediyorlar…” diyerek Peygamber Efendimiz’in kabrini düşmana teslim etmemek için yaşadıkları bu sıkıntı karşısında Allah’ın kendilerine bir lütufta bulunduğunu ifade etmiştir. Fahreddin Paşa’nın bu açıklamalarıyla askerimiz kavurma niyetine çekirge yemiş, çekirge unundan ekmek yapmış, çekirge kurusunu da çerez gibi yiyerek bir süre bu şekilde beslenmiştir.

MEHMETÇİKLERİN KUMANYASI KAVURMA NİYETİNE ÇEKİRGE 


Büyük komutan Fahreddin Paşa, bir taraftan Medine’nin geleceğini düşünürken diğer taraftan gıda sıkıntısına karşı çözüm yolları arıyordu… Hicaz Demiryolu’nun Medine’ye yakın istasyonlarının düşman eline geçmesi nedeniyle şehre erzak girişinin kesilmesi ve isyancıların Medine Kalesi’ni muhasara etmesi üzerine direnişin en zor günleri başlamıştı. Medine açlıkla boğuşurken çok ilginç bir olay yaşanır. Şehir çekirgeler tarafından istila edilmiştir. Herkes durumu endişe ile karşılarken Fahrettin Paşa, askerlerini toplayarak; Peygamber Efendimiz döneminde de Hicaz’da çekirge istilasının yaşandığını ve sahabenin çekirge yediğini söyleyerek durumu bir fırsata dönüştürmek istemiştir. Askerlerine, Hz. Peygamber’in “İki ölünün ve iki kanlının yenmesi bize helal oldu.” şeklindeki hadisini hatırlatan; “iki ölü balık ve çekirge, iki kanlı dalak ve karaciğerdir.” diyen

MEHMETÇİKLERİN KUMANYASI KAVURMA NİYETİNE ÇEKİRGE 


Büyük komutan Fahreddin Paşa, bir taraftan Medine’nin geleceğini düşünürken diğer taraftan gıda sıkıntısına karşı çözüm yolları arıyordu… Hicaz Demiryolu’nun Medine’ye yakın istasyonlarının düşman eline geçmesi nedeniyle şehre erzak girişinin kesilmesi ve isyancıların Medine Kalesi’ni muhasara etmesi üzerine direnişin en zor günleri başlamıştı. Medine açlıkla boğuşurken çok ilginç bir olay yaşanır. Şehir çekirgeler tarafından istila edilmiştir. Herkes durumu endişe ile karşılarken Fahrettin Paşa, askerlerini toplayarak; Peygamber Efendimiz döneminde de Hicaz’da çekirge istilasının yaşandığını ve sahabenin çekirge yediğini söyleyerek durumu bir fırsata dönüştürmek istemiştir. Askerlerine, Hz. Peygamber’in “İki ölünün ve iki kanlının yenmesi bize helal oldu.” şeklindeki hadisini hatırlatan; “iki ölü balık ve çekirge, iki kanlı dalak ve karaciğerdir.” diyen

Fahreddin Paşa, çekirge yemenin sünnet olduğunun altını çizerek askerlerini buna alıştırmak için şu bildiriyi yayınlamıştı: “Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Uçar, yeşilliklerle beslenir, temiz ve taze olan yiyecekleri yer… Hicaz, Yemen, Asir Araplarının başlıca gıdası çekirgedir. Bedeviler sağlamlık ve çevikliklerini çekirgelere borçludurlar… Hekimlerimiz de çekirgenin şifa verici ve besleyici olduğundan bahsediyorlar…” diyerek Peygamber Efendimiz’in kabrini düşmana teslim etmemek için yaşadıkları bu sıkıntı karşısında Allah’ın kendilerine bir lütufta bulunduğunu ifade etmiştir. Fahreddin Paşa’nın bu açıklamalarıyla askerimiz kavurma niyetine çekirge yemiş, çekirge unundan ekmek yapmış, çekirge kurusunu da çerez gibi yiyerek bir süre bu şekilde beslenmiştir.

11 Kasım 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti’nin savaştığı cephelerden biri, İngilizlere karşı oluşturulan Irak cephesidir. Osmanlı dönemi kaynaklarında Irak-ı Arap olarak adlandırılan bölge, jeopolitik ve stratejik bakımdan önem arz eden Dicle-Fırat havzasında tarihteki Mezopotamya’yı (Verimli Hilal) içine alır ve Basra Körfezine kadar uzanır.

 

24 Kasım 1914’te Basra’yı işgal eden İngilizler, 3 Haziran 1915 tarihinde Kutü’l-Ammare’yi, Temmuz ayı sonlarına doğru da Nasıriye’yi işgal etmişlerdir. Bunun üzerine Türk birlikleri Bağdat’ın hemen güneyindeki Selmanpâk mevziine çekilmişlerdir. İngilizler 21-22 Kasım 1915’te Selmanpâk mevziine taarruza başlamışlardır. 23 Kasım 1915’de 51 nci Türk Tümeninin kuzeyden yaptığı karşı taarruz üzerine İngiliz kuvvetleri, 4.000 kişi zayiat vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

 

Geri çekilen İngiliz Kuvvetleri teması keserek 3 Aralık sabahı Kutü’-l Ammare’ye ulaşmışlardır. General Townshend Kutü’l-Ammare’ye kapanarak burayı bir kale gibi savunmaya karar vermiştir. Türk kuvvetleri takviye birliklerinin gelmesiyle 5 Aralık günü Kutü’l-Ammare’ye taarruz etmişlerdir. Irak Ordusu Komutanlığı, 8 Aralık 1915 tarihinde General Townshend’e gönderdiği mesajda, direnmemesi ve Türk kuvvetlerine teslim olması çağrısında bulunmuş, ancak Townshend’dan olumsuz cevap gelmesi üzerine 14 Aralık 1915 tarihinde birliklerine taarruz emrini vermiştir. 15 Aralık günü de devam eden taarruzda bir sonuç alınamamış ve taarruza son verilmiştir. Ancak kuşatmanın daha şiddetli devamı kararlaştırılmıştır. İngilizler, Kutü’l-Ammare’de mahsur kalan General Townshend’i kurtarmak için bundan sonra Aralık 1915-Nisan 1916 tarihleri arasında pek çok girişimde bulunmuşlar, ancak sonuç alamamışlardır. Bu başarısız girişimler üzerine İngiliz Kolordu Komutanı bütün ümidini kaybetmiştir. İngiliz makamlarınca deniz ve kara yoluyla Kutü’l-Ammare’ye yardım gönderme girişimleri de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bundan sonra Türk makamlarıyla yapılan görüşmelerde teslim şartlarının müzakeresine başlanmış ve General Townshend, 29 Nisan 1916 tarihinde teslim olmuştur. Türkler, Kutü’l-Ammare’de İngilizlerden başta İngiliz Tümen Komutanı General Townshend olmak üzere bir tümeni esir almışlardır.

 

Irak Ordusu Komutanı Halil Paşa Kutü’l-Ammare zaferinden sonra 6 ncı Orduya yayınladığı mesajında şöyle demiştir:


“Arslanlar! Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.”

Albay Halil, 1882 doğumlu olup,  dönemin Genel Kurmay Başkanı ve Başkumandan vekili Enver Paşan’nın kendisinden 1 yaş küçük amcasıdır. O’da askerliğe Balkanlarda çete savaşları ile başlamış bilahare Trablusgarp’ta İtalyan’lara karşı mücadele etmiş ve Balkan savaşının patlak vermesi üzerine yurda dönmüştür. Basra körfezi civarında İngilizlerle Osmanlılar arasındaki mücadelede 1. Dünya Savaşının başından beri hemen hemen her cephede var olan Türk-Alman anlaşmazlığı burada da kendini göstermiş ve Goltz Paşa ile Nureddin Paşa arasında yaşanan bir tartışma sonucu, 10 Ocak 1916’da Albay Halil Bey, Nureddin Paşa’nın yerine göreve getirilmiştir.

Kûtü'l Âmare Kahramanı Halil Kut Paşa

11 Kasım 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti’nin savaştığı cephelerden biri, İngilizlere karşı oluşturulan Irak cephesidir. Osmanlı dönemi kaynaklarında Irak-ı Arap olarak adlandırılan bölge, jeopolitik ve stratejik bakımdan önem arz eden Dicle-Fırat havzasında tarihteki Mezopotamya’yı (Verimli Hilal) içine alır ve Basra Körfezine kadar uzanır.

 

24 Kasım 1914’te Basra’yı işgal eden İngilizler, 3 Haziran 1915 tarihinde Kutü’l-Ammare’yi, Temmuz ayı sonlarına doğru da Nasıriye’yi işgal etmişlerdir. Bunun üzerine Türk birlikleri Bağdat’ın hemen güneyindeki Selmanpâk mevziine çekilmişlerdir. İngilizler 21-22 Kasım 1915’te Selmanpâk mevziine taarruza başlamışlardır. 23 Kasım 1915’de 51 nci Türk Tümeninin kuzeyden yaptığı karşı taarruz üzerine İngiliz kuvvetleri, 4.000 kişi zayiat vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

 

Geri çekilen İngiliz Kuvvetleri teması keserek 3 Aralık sabahı Kutü’-l Ammare’ye ulaşmışlardır. General Townshend Kutü’l-Ammare’ye kapanarak burayı bir kale gibi savunmaya karar vermiştir. Türk kuvvetleri takviye birliklerinin gelmesiyle 5 Aralık günü Kutü’l-Ammare’ye taarruz etmişlerdir. Irak Ordusu Komutanlığı, 8 Aralık 1915 tarihinde General Townshend’e gönderdiği mesajda, direnmemesi ve Türk kuvvetlerine teslim olması çağrısında bulunmuş, ancak Townshend’dan olumsuz cevap gelmesi üzerine 14 Aralık 1915 tarihinde birliklerine taarruz emrini vermiştir. 15 Aralık günü de devam eden taarruzda bir sonuç alınamamış ve taarruza son verilmiştir. Ancak kuşatmanın daha şiddetli devamı kararlaştırılmıştır. İngilizler, Kutü’l-Ammare’de mahsur kalan General Townshend’i kurtarmak için bundan sonra Aralık 1915-Nisan 1916 tarihleri arasında pek çok girişimde bulunmuşlar, ancak sonuç alamamışlardır. Bu başarısız girişimler üzerine İngiliz Kolordu Komutanı bütün ümidini kaybetmiştir. İngiliz makamlarınca deniz ve kara yoluyla Kutü’l-Ammare’ye yardım gönderme girişimleri de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bundan sonra Türk makamlarıyla yapılan görüşmelerde teslim şartlarının müzakeresine başlanmış ve General Townshend, 29 Nisan 1916 tarihinde teslim olmuştur. Türkler, Kutü’l-Ammare’de İngilizlerden başta İngiliz Tümen Komutanı General Townshend olmak üzere bir tümeni esir almışlardır.

 

Irak Ordusu Komutanı Halil Paşa Kutü’l-Ammare zaferinden sonra 6 ncı Orduya yayınladığı mesajında şöyle demiştir:


“Arslanlar! Bütün Türklere şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10.000 erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut’ta 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada görüyoruz.”

Muharabeat-ı vâkı'adaki mütevâli hidemat-ı hasene ve fedakaranelerinden dolayı şâyân-ı talif olan Altın Ordu Kumandan Vekili Mirlivâ Halil Paşa ile Daire-i Harbiye müdürü olupseferde ÇoruhMüfrezesi Kumandanlıgı'nda Müstahdem  Binbaşı Halid Efeniye "muharebe altın liyakat madalyası" it'â kılınmıştır.

HALİL PAŞA'YA LİYAKAT MADALYASI VERİLMESİ

Muharabeat-ı vâkı'adaki mütevâli hidemat-ı hasene ve fedakaranelerinden dolayı şâyân-ı talif olan Altın Ordu Kumandan Vekili Mirlivâ Halil Paşa ile Daire-i Harbiye müdürü olupseferde ÇoruhMüfrezesi Kumandanlıgı'nda Müstahdem  Binbaşı Halid Efeniye "muharebe altın liyakat madalyası" it'â kılınmıştır.

6'ıncı Ordu Kumandanı Halil Bey ve arkadaşları 

KÛTÜ'L ÂMARE'de İngilizleri eserin alan Halil Paşa ve Kurmayı

Video

Albay Halil, 1882 doğumlu olup,  dönemin Genel Kurmay Başkanı ve Başkumandan vekili Enver Paşan’nın kendisinden 1 yaş küçük amcasıdır. O’da askerliğe Balkanlarda çete savaşları ile başlamış bilahare Trablusgarp’ta İtalyan’lara karşı mücadele etmiş ve Balkan savaşının patlak vermesi üzerine yurda dönmüştür. Basra körfezi civarında İngilizlerle Osmanlılar arasındaki mücadelede 1. Dünya Savaşının başından beri hemen hemen her cephede var olan Türk-Alman anlaşmazlığı burada da kendini göstermiş ve Goltz Paşa ile Nureddin Paşa arasında yaşanan bir tartışma sonucu, 10 Ocak 1916’da Albay Halil Bey, Nureddin Paşa’nın yerine göreve getirilmiştir.

KÛTÜ'L ÂMARE'de esir alınan İngiliz  General Townshend ve Hlil Paşa

İLK SİLAH SANAYİSİNİ KURAN PAŞA: NURİ KILLIGİL

Nuri Killigil, Romanya’nın Kilya bölgesinden Kastamonu’nun Bozkurt ilçesindeki Killi Köyü’ne yerleşmiş bir ailenin oğludur. I. Dünya Savaşı’nda Başkomutanlık yapan Enver Paşa’nın kardeşi ve Bekir Kunt Paşa’nın yeğenidir.

 I. Dünya Savaşı'nın sonlarında Azerbaycan'ı işgal eden Rus-Ermeni birliklerinin Mart Olayları adı ile anılan Müslüman katliamları yapmaları üzerine, Kafkas İslam Ordusu'yla bölgeyi işgalden kurtarma harekatı başlattı. Bu ordunun önünü kesmek ve Rus-Ermeni birliklerine yardım etmek için İngilizler Bakü'ye küçük bir kuvvet göndermişlerdi. Fakat Nuri Paşa'nın komutasındaki Kafkas İslam Ordusu'nun Azerbaycan genelinde büyük destek bulup güçlenmesi üzerine Bakü Muharebesi'nde yenilip buradan çekildiler. 15 Eylül 1918 tarihinde Bakü'nün kurtarılmasından sonra bir Osmanlı müfrezesi Dağıstan'a geçerek burayı da Rus işgalinden kurtardı.

Ancak, Suriye cephesinde, Liman von Sanders komutasındaki Osmanlı Yıldırım Ordular Grubu'nun, Edmund Allenby komutasındaki İngiliz ordusu karşısında yenilgiye uğraması sonucu Mondros Mütarekesi yapıldı. Mütarekenin ardından, Enver Paşa ülkeyi terk etti. Türkiye, Moskova Antlaşması ile Azerbaycan'ı Sovyetler Birliği'ne terk etmesi üzerine Kafkas İslam Ordusu dağıldı.Savaştan sonra Almanya'da yaşayan Nuri Killigil, 1938 yılında Türkiye'ye döndü ve Zeytinburnu'nda kok kömürü satan bir şirketi satın alıp burayı bir madeni eşya fabrikasına dönüştürdü. Bu fabrikada tabanca, matara, demir çubuk, gaz maskesi ve mermi üretmeye başladı.

Nuri Killigil, Romanya’nın Kilya bölgesinden Kastamonu’nun Bozkurt ilçesindeki Killi Köyü’ne yerleşmiş bir ailenin oğludur. I. Dünya Savaşı’nda Başkomutanlık yapan Enver Paşa’nın kardeşi ve Bekir Kunt Paşa’nın yeğenidir.

 I. Dünya Savaşı'nın sonlarında Azerbaycan'ı işgal eden Rus-Ermeni birliklerinin Mart Olayları adı ile anılan Müslüman katliamları yapmaları üzerine, Kafkas İslam Ordusu'yla bölgeyi işgalden kurtarma harekatı başlattı. Bu ordunun önünü kesmek ve Rus-Ermeni birliklerine yardım etmek için İngilizler Bakü'ye küçük bir kuvvet göndermişlerdi. Fakat Nuri Paşa'nın komutasındaki Kafkas İslam Ordusu'nun Azerbaycan genelinde büyük destek bulup güçlenmesi üzerine Bakü Muharebesi'nde yenilip buradan çekildiler. 15 Eylül 1918 tarihinde Bakü'nün kurtarılmasından sonra bir Osmanlı müfrezesi Dağıstan'a geçerek burayı da Rus işgalinden kurtardı.

Ancak, Suriye cephesinde, Liman von Sanders komutasındaki Osmanlı Yıldırım Ordular Grubu'nun, Edmund Allenby komutasındaki İngiliz ordusu karşısında yenilgiye uğraması sonucu Mondros Mütarekesi yapıldı. Mütarekenin ardından, Enver Paşa ülkeyi terk etti. Türkiye, Moskova Antlaşması ile Azerbaycan'ı Sovyetler Birliği'ne terk etmesi üzerine Kafkas İslam Ordusu dağıldı.Savaştan sonra Almanya'da yaşayan Nuri Killigil, 1938 yılında Türkiye'ye döndü ve Zeytinburnu'nda kok kömürü satan bir şirketi satın alıp burayı bir madeni eşya fabrikasına dönüştürdü. Bu fabrikada tabanca, matara, demir çubuk, gaz maskesi ve mermi üretmeye başladı.

1941 yılında Ankara'daki Alman büyükelçisi Franz von Papen ile görüşmeye başladı ve Türkiye'de Turancı harekete gizli destek vererek Almanların müttefikliğini kazandı. Nuri Killigil'in görüşleri, Alman Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye işlerinden sorumlu müsteşarı Ernst Woermann tarafından rapor haline getirilip, Almanya'da Turancılık Masası'nın ve SS Doğu Türkistan Alayı'nın kurulmasına öncülük etti.

Nuri Paşa, Tataristan'a kadar uzanan bölgede yaşayan tüm Türk halklarının Türkiye ile bütünleşeceğini öngörüyordu. Bu sebeple Türkiye, Almanya ile birlikte Sovyetler Birliği'ne karşı savaşmalı, Almanlar da Türk asıllı Sovyet esirlerinden ordu kurup Türkiye'nin emrine vermeliydi. Almanların bu görüşlere karşı şüphelerini giderebilmek amacıyla, Osmanlı ordusunda bu fikirleri paylaşan subayların çoğunlukta bulunduğunu, hükümetin bu görüşmelerden haberdar olduğunu, halkın ise bu fikirleri çabuk benimseyeceğini öne sürdü.

Nuri Killigil daha sonra fabrikasını genişleterek Sütlüce'ye taşıdı. Burada yeni motor ve makinelerle havan ve havan mermisi üretimine başladı. Bir süre sonra fabrikanın silah üretmeyeceğini beyan etti. Fakat üretim gizlice devam etti. 1944 yılı sonuna doğru savaşın Almanya tarafından kaybedildiği anlaşıldığında İsmet İnönü ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Alman destekçilerine karşı sert tedbirler almaya başladı.

2 Mart 1949 günü saat 17.10 sıralarında fabrikada faili meçhul peş peşe üç büyük patlama meydana geldi. İlk patlama kimyahanede olmuştu. Oradan cephane deposuna sıçrayan ateş, mühimmatın patlamasına yol açmış, ertesi gün bile duman ve patlamalar devam etmişti. Fabrika çevresi, kordon altına alındı. İçişleri bakanı, Ankara’dan gelerek soruşturmayla bizzat ilgilendi.

Aralarında Nuri Killigil'in de bulunduğu 27 kişi bu patlamada öldü. Killigil'in cesedi bulunamadı ve boş tabutla defnedildi. Patlamanın kimler tarafından gerçekleştirildiği ise meçhul olarak kaldı. Olayın siyasi bir sabotaj olduğu da iddia edildi. 18 Mart’ta olay mecliste görüşülürken, bazı milletvekillerinin "hadise örtbas edilmeye çalışılıyor"diye itirazda bulunmaları, bu ihtimalin gözden uzak olmadığını göstermektedir.

23 Mart günü başbakan, mecliste açıklamalarda bulundu. Bu açıklamanın ardından yapılan kapalı celsede ne konuşulduğunu ise hiç kimse bilmiyordu. Bilinen tek şey, müzakerelerin konuyla ilgili olduğuydu.

Killigil tabancası

Nuri Killigil tarafından sınırlı sayıda üretilmiş 9 mm çapında, yarı otomatik tabancadır. Zamanının ilerisinde bir tasarıma sahiptir. Mükemmel durumda saklanmış bir örneği İstanbul Harbiye Askeri Müzesi'nde bulunmaktadır. Tabanca, Killigil'in mirasçıları tarafından müzeye bağışlanmış ve özel kutusunda ilk günkü gibi saklanmaktadır. Yedek şarjörü ve mermileri ile bir arada görülmektedir.

1941 yılında Ankara'daki Alman büyükelçisi Franz von Papen ile görüşmeye başladı ve Türkiye'de Turancı harekete gizli destek vererek Almanların müttefikliğini kazandı. Nuri Killigil'in görüşleri, Alman Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye işlerinden sorumlu müsteşarı Ernst Woermann tarafından rapor haline getirilip, Almanya'da Turancılık Masası'nın ve SS Doğu Türkistan Alayı'nın kurulmasına öncülük etti.

Nuri Paşa, Tataristan'a kadar uzanan bölgede yaşayan tüm Türk halklarının Türkiye ile bütünleşeceğini öngörüyordu. Bu sebeple Türkiye, Almanya ile birlikte Sovyetler Birliği'ne karşı savaşmalı, Almanlar da Türk asıllı Sovyet esirlerinden ordu kurup Türkiye'nin emrine vermeliydi. Almanların bu görüşlere karşı şüphelerini giderebilmek amacıyla, Osmanlı ordusunda bu fikirleri paylaşan subayların çoğunlukta bulunduğunu, hükümetin bu görüşmelerden haberdar olduğunu, halkın ise bu fikirleri çabuk benimseyeceğini öne sürdü.

Nuri Killigil daha sonra fabrikasını genişleterek Sütlüce'ye taşıdı. Burada yeni motor ve makinelerle havan ve havan mermisi üretimine başladı. Bir süre sonra fabrikanın silah üretmeyeceğini beyan etti. Fakat üretim gizlice devam etti. 1944 yılı sonuna doğru savaşın Almanya tarafından kaybedildiği anlaşıldığında İsmet İnönü ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Alman destekçilerine karşı sert tedbirler almaya başladı.

2 Mart 1949 günü saat 17.10 sıralarında fabrikada faili meçhul peş peşe üç büyük patlama meydana geldi. İlk patlama kimyahanede olmuştu. Oradan cephane deposuna sıçrayan ateş, mühimmatın patlamasına yol açmış, ertesi gün bile duman ve patlamalar devam etmişti. Fabrika çevresi, kordon altına alındı. İçişleri bakanı, Ankara’dan gelerek soruşturmayla bizzat ilgilendi.

Aralarında Nuri Killigil'in de bulunduğu 27 kişi bu patlamada öldü. Killigil'in cesedi bulunamadı ve boş tabutla defnedildi. Patlamanın kimler tarafından gerçekleştirildiği ise meçhul olarak kaldı. Olayın siyasi bir sabotaj olduğu da iddia edildi. 18 Mart’ta olay mecliste görüşülürken, bazı milletvekillerinin "hadise örtbas edilmeye çalışılıyor"diye itirazda bulunmaları, bu ihtimalin gözden uzak olmadığını göstermektedir.

23 Mart günü başbakan, mecliste açıklamalarda bulundu. Bu açıklamanın ardından yapılan kapalı celsede ne konuşulduğunu ise hiç kimse bilmiyordu. Bilinen tek şey, müzakerelerin konuyla ilgili olduğuydu.

Killigil tabancası

Nuri Killigil tarafından sınırlı sayıda üretilmiş 9 mm çapında, yarı otomatik tabancadır. Zamanının ilerisinde bir tasarıma sahiptir. Mükemmel durumda saklanmış bir örneği İstanbul Harbiye Askeri Müzesi'nde bulunmaktadır. Tabanca, Killigil'in mirasçıları tarafından müzeye bağışlanmış ve özel kutusunda ilk günkü gibi saklanmaktadır. Yedek şarjörü ve mermileri ile bir arada görülmektedir.

Video

İŞKODRA KAHRAMANI HASAN RIZA PAŞA

Hasan Rıza Paşa, Kastamonu ilinin Tosya kazasında 1871 yılında doğmuştur. Babası Esbak Bağdat valisi Namık Paşa’dır. Beşiktaş Askeri Ortaokulunda eğitimini tamamladıktan sonra, Bursa Askeri Hazırlık Okuluna nakledilmiştir.1 Mart 1311 tarihinde Mektebi Harbiye’den, Erkânı Harbiye Yüzbaşılığıyla neşet ederek 16 Mayıs 1311’de Mektebi Fünun Harbiye ve Taifi dersi muallim muavinliğine ve 9 Nisan 1312’de vuku bulan istidası üzerine Alasonya Ordusu Erkanı Harbiyesine tayin ve 25 Eylül 1313’de Kolağası olmuştur.

Hasan Rıza Paşa birçok görevde bulunduktan sonra 6 Temmuz 1327 tarihinde Müstakil İşkodra Fırkası Kumandanlığına ve 15 Aralık 1327 tarihinde İşkodra vilayeti vekâletine tayin olunmuştur.

Karadağ Hükümeti tarafından verilen birinci rütbeden Danilo nişanına sahip olmuş, İşkodra Valisi Hayri Paşa’nın azliyle 14 Mart 1328 tarihinde Valiliğe tayin olunmuştur. Hasan Rıza Paşa’nın İşkodra müdafaasındaki hizmetine mükafat olarak 17 Ocak tarihinde Mirlivalığa tayini hususunda irade-i seniyye sadrolmuştur. 1Bu görevde 30 Ocak 1913 tarihinde şehit düşene kadar kalmıştır.

Hasan Rıza Paşa, Kastamonu ilinin Tosya kazasında 1871 yılında doğmuştur. Babası Esbak Bağdat valisi Namık Paşa’dır. Beşiktaş Askeri Ortaokulunda eğitimini tamamladıktan sonra, Bursa Askeri Hazırlık Okuluna nakledilmiştir.1 Mart 1311 tarihinde Mektebi Harbiye’den, Erkânı Harbiye Yüzbaşılığıyla neşet ederek 16 Mayıs 1311’de Mektebi Fünun Harbiye ve Taifi dersi muallim muavinliğine ve 9 Nisan 1312’de vuku bulan istidası üzerine Alasonya Ordusu Erkanı Harbiyesine tayin ve 25 Eylül 1313’de Kolağası olmuştur.

Hasan Rıza Paşa birçok görevde bulunduktan sonra 6 Temmuz 1327 tarihinde Müstakil İşkodra Fırkası Kumandanlığına ve 15 Aralık 1327 tarihinde İşkodra vilayeti vekâletine tayin olunmuştur.

Karadağ Hükümeti tarafından verilen birinci rütbeden Danilo nişanına sahip olmuş, İşkodra Valisi Hayri Paşa’nın azliyle 14 Mart 1328 tarihinde Valiliğe tayin olunmuştur. Hasan Rıza Paşa’nın İşkodra müdafaasındaki hizmetine mükafat olarak 17 Ocak tarihinde Mirlivalığa tayini hususunda irade-i seniyye sadrolmuştur. 1Bu görevde 30 Ocak 1913 tarihinde şehit düşene kadar kalmıştır.

Hasan Rıza Paşa, Kastamonu ilinin Tosya kazasında 1871 yılında doğmuştur. Babası Esbak Bağdat valisi Namık Paşa’dır. Beşiktaş Askeri Ortaokulunda eğitimini tamamladıktan sonra, Bursa Askeri Hazırlık Okuluna nakledilmiştir.1 Mart 1311 tarihinde Mektebi Harbiye’den, Erkânı Harbiye Yüzbaşılığıyla neşet ederek 16 Mayıs 1311’de Mektebi Fünun Harbiye ve Taifi dersi muallim muavinliğine ve 9 Nisan 1312’de vuku bulan istidası üzerine Alasonya Ordusu Erkanı Harbiyesine tayin ve 25 Eylül 1313’de Kolağası olmuştur.

Hasan Rıza Paşa birçok görevde bulunduktan sonra 6 Temmuz 1327 tarihinde Müstakil İşkodra Fırkası Kumandanlığına ve 15 Aralık 1327 tarihinde İşkodra vilayeti vekâletine tayin olunmuştur.

Karadağ Hükümeti tarafından verilen birinci rütbeden Danilo nişanına sahip olmuş, İşkodra Valisi Hayri Paşa’nın azliyle 14 Mart 1328 tarihinde Valiliğe tayin olunmuştur. Hasan Rıza Paşa’nın İşkodra müdafaasındaki hizmetine mükafat olarak 17 Ocak tarihinde Mirlivalığa tayini hususunda irade-i seniyye sadrolmuştur. 1Bu görevde 30 Ocak 1913 tarihinde şehit düşene kadar kalmıştır.

Karadağlılar Osmanlı Devleti’ne karşı 8 Ekim 1912’de harb îlân ederek İşkodra gölünün güneyinden sınırı geçtiler. 24. müstakil İşkodra fırkası kumandanı miralay Hasan Rızâ Bey, müstahkem mevki kumandanlığını da eline aldı. Karadağ ordusu; kuzey, merkez ve güney olmak üzere üç yığınak grubuyla taarruza başladı. Hasan Rızâ Bey, idaresindeki fırka ile çok zahmet çekerek düşman taarruzlarını önledi. Bu sırada bazı askerler terhis isteğiyle ayaklandılar. Hasan Rızâ Bey bu askerlere nasîhat ettiyse de netice alamadı. Bu askerlerin bir kısmı, vaktiyle İstanbul’da 31 Mart vak’asına iştirak edenlerdendi. Bu ayaklanma bâzı taşkınlıklarla bir hafta kadar devam etti. Çaresiz kalınınca silâh ve teçhizatları alınarak terhis tezkereleri hazırlanıp verildi. Memleketlerine dönmek üzere ayrılan askerler kısa bir müddet sonra tekrar geri döndüler. Osmanlı askerinin böyle olduğu bir sırada taarruzlarını kuvvetlendiren Karadağlılar ilerlediler. Taşlıca, Akova ve Gosina’yı işgal ettiler. Berena’yı kuşattılar. 15-16 Ekim 1912 gecesi Tergovişte istikâmetine bir çıkış taarruzu yapan Osmanlı birlikleri kuşatmadan kurtuldular. Bu suretle burası da Karadağlıların eline geçti. Bu çıkış taarruzunu yapan Osmanlı kuvvetleri Tergovişte’de toplandılar. Akova ve Berena’yı ele geçiren Karadağlılar, Akova’nın korunması için oranın hıristiyan halkını silâhlandırıp, Plava ve Gosina’ya taarruz ettiler. Nizamiye dışındaki Osmanlı kuvvetleri 21 Ekim 1912’de kaçtılar. Nizamiye taburları da dağınık bir hâlde Yakova’ya çekildiler. Karşı taarruz için İpek bölgesindeki kuvvetler az olduğundan, Yakova’daki Prizren redif fırkasından takviye kuvvetler gönderildiyse de zamanında yetişemediler. Bâzı taarruzlarda bulunulduysa da başarı elde edilemedi. Sırplar, Karadağlılar ve Yunanlıların taarruzları netîcesinde bütün Rumeli hemen hemen elden çıktı. Yalnız İşkodra’da Hasan Rızâ Bey, bir türlü düşmana teslim olmayıp, kendisine verilen vazifeyi canı pahasına yürüttü. İşkodra savunmasındaki hizmetine mükâfat olarak mirlivalığa yükseltilmesi için pâdişâh İrâdesi çıktı. Ne yazık ki terfiinden haberi olamadı.

 

Hasan Rızâ Paşa Arnavudları, Karadağlılar ve Sırplar aleyhinde ayaklandırmak için gayret sarf etti. Katolik papazlar ve Arnavud ileri gelenlerine Slavlar kazanırlarsa Arnavutluk için doğacak tehlikeleri anlattı. Osmanlı Devleti’nin bundan sonraki bütün fedâkârlığı Arnavudların lehine yapacağını vâdetti. Katoliklerin başında bulunan papazlar da bu konuda çalışmaya yöneldiler,
İşkodra başpiskoposu işe bir resmiyet vermek suretiyle başlamak için Arnavutluk nâmına Hasan Rızâ Paşa’dan te’mînât istedi. Hasan Rızâ Paşa, Arnavudlarla yapılacak andlaşmanın ayrıntılarını papazlarla görüşmek üzere Es’ad Paşa’nın evine giderken, 30 Ocak 1913 günü akşamı tertiplenen bir sûikasd neticesinde silâhlı üç kişi tarafından vurularak şehîd edildi. Bu sûikasd, sultan İkinci Abdülhamîd Han’a hal’ini tebliğ edenler arasında bulunarak velinimetine hıyanet eden Es’ad Paşa Toptanî adındaki eski Drac meb’ûsu Arnavud tarafından tertiplenmişti.

 

Hasan Rızâ Paşa’nın vefâtından sonra da İşkodra savunması devam etti. Fakat İşkodra’da kumandayı ele alan Es’ad Paşa, derhâl Karadağ ordusuyla gizlice haberleşerek İşkodrayı düşmana teslim etti.

Kahraman ve cesur bir asker olan Hasan Rızâ Paşa, gayet ciddî ve sert bir kimseydi. Husûsî hayâtında latifeyi seven ve teklifsizce konuşan Paşa, vazifeyle ilgili konularda derhâl sesini ve tavrını değiştirirdi. Verdiği emirleri tâkib eder, gevşeklikleri affetmezdi, Açık sözlü bir kimse olup, birisi hakkında bildiğini yüzüne söylemekten çekinmezdi. Emrindeki birliklerin eğitimlerine ve bütün işlerine bizzat nezâret ederdi. En tehlikeli vazifeye en sevdiği kimseleri me’mur ederdi. Üstüne aldığı vazifeyi nâmûs mes’elesi addeder ve tam manâsıyla yerine getirmeye çalışırdı. Üst ve âmirlerine, kânun ve nizâmlara çok saygılı idi. Ordunun politikayla uğraşmasına karşıydı. Silâhlı kuvvetleri politikaya soktuğu için İttihâd ve Terakkî’yi tenkîd ederdi. Pâdişâha ve hükümete karşı olan ve kendi saflarında yer almasını isteyen kimselere karşı; “Ben bu hükümetin vâliliğini ve kumandanlığını kabul ettim. Bunun için ahd ettim ve yemin ettim. Verdiğim söze ters hareket etmek benim için nâmussuzlukdur. Ben vâli ve kumandan iken hükümet aleyhine en ufak bir teşebbüsü bile hoşgörü ile karşılamam, azamî şiddetle hareket ederim” derdi. Emrindeki subay ve erlerin itimâdını kazanmıştı. Kesin kararlı olup emirleri kat’î idi. Hatâsını anladığı konuda ısrar etmeyen, fazilet sahibi bir komutandı.

Hasan Rıza Paşa, Kastamonu ilinin Tosya kazasında 1871 yılında doğmuştur. Babası Esbak Bağdat valisi Namık Paşa’dır. Beşiktaş Askeri Ortaokulunda eğitimini tamamladıktan sonra, Bursa Askeri Hazırlık Okuluna nakledilmiştir.1 Mart 1311 tarihinde Mektebi Harbiye’den, Erkânı Harbiye Yüzbaşılığıyla neşet ederek 16 Mayıs 1311’de Mektebi Fünun Harbiye ve Taifi dersi muallim muavinliğine ve 9 Nisan 1312’de vuku bulan istidası üzerine Alasonya Ordusu Erkanı Harbiyesine tayin ve 25 Eylül 1313’de Kolağası olmuştur.

Hasan Rıza Paşa birçok görevde bulunduktan sonra 6 Temmuz 1327 tarihinde Müstakil İşkodra Fırkası Kumandanlığına ve 15 Aralık 1327 tarihinde İşkodra vilayeti vekâletine tayin olunmuştur.

Karadağ Hükümeti tarafından verilen birinci rütbeden Danilo nişanına sahip olmuş, İşkodra Valisi Hayri Paşa’nın azliyle 14 Mart 1328 tarihinde Valiliğe tayin olunmuştur. Hasan Rıza Paşa’nın İşkodra müdafaasındaki hizmetine mükafat olarak 17 Ocak tarihinde Mirlivalığa tayini hususunda irade-i seniyye sadrolmuştur. 1Bu görevde 30 Ocak 1913 tarihinde şehit düşene kadar kalmıştır.

Karadağlılar Osmanlı Devleti’ne karşı 8 Ekim 1912’de harb îlân ederek İşkodra gölünün güneyinden sınırı geçtiler. 24. müstakil İşkodra fırkası kumandanı miralay Hasan Rızâ Bey, müstahkem mevki kumandanlığını da eline aldı. Karadağ ordusu; kuzey, merkez ve güney olmak üzere üç yığınak grubuyla taarruza başladı. Hasan Rızâ Bey, idaresindeki fırka ile çok zahmet çekerek düşman taarruzlarını önledi. Bu sırada bazı askerler terhis isteğiyle ayaklandılar. Hasan Rızâ Bey bu askerlere nasîhat ettiyse de netice alamadı. Bu askerlerin bir kısmı, vaktiyle İstanbul’da 31 Mart vak’asına iştirak edenlerdendi. Bu ayaklanma bâzı taşkınlıklarla bir hafta kadar devam etti. Çaresiz kalınınca silâh ve teçhizatları alınarak terhis tezkereleri hazırlanıp verildi. Memleketlerine dönmek üzere ayrılan askerler kısa bir müddet sonra tekrar geri döndüler. Osmanlı askerinin böyle olduğu bir sırada taarruzlarını kuvvetlendiren Karadağlılar ilerlediler. Taşlıca, Akova ve Gosina’yı işgal ettiler. Berena’yı kuşattılar. 15-16 Ekim 1912 gecesi Tergovişte istikâmetine bir çıkış taarruzu yapan Osmanlı birlikleri kuşatmadan kurtuldular. Bu suretle burası da Karadağlıların eline geçti. Bu çıkış taarruzunu yapan Osmanlı kuvvetleri Tergovişte’de toplandılar. Akova ve Berena’yı ele geçiren Karadağlılar, Akova’nın korunması için oranın hıristiyan halkını silâhlandırıp, Plava ve Gosina’ya taarruz ettiler. Nizamiye dışındaki Osmanlı kuvvetleri 21 Ekim 1912’de kaçtılar. Nizamiye taburları da dağınık bir hâlde Yakova’ya çekildiler. Karşı taarruz için İpek bölgesindeki kuvvetler az olduğundan, Yakova’daki Prizren redif fırkasından takviye kuvvetler gönderildiyse de zamanında yetişemediler. Bâzı taarruzlarda bulunulduysa da başarı elde edilemedi. Sırplar, Karadağlılar ve Yunanlıların taarruzları netîcesinde bütün Rumeli hemen hemen elden çıktı. Yalnız İşkodra’da Hasan Rızâ Bey, bir türlü düşmana teslim olmayıp, kendisine verilen vazifeyi canı pahasına yürüttü. İşkodra savunmasındaki hizmetine mükâfat olarak mirlivalığa yükseltilmesi için pâdişâh İrâdesi çıktı. Ne yazık ki terfiinden haberi olamadı.

 

Hasan Rızâ Paşa Arnavudları, Karadağlılar ve Sırplar aleyhinde ayaklandırmak için gayret sarf etti. Katolik papazlar ve Arnavud ileri gelenlerine Slavlar kazanırlarsa Arnavutluk için doğacak tehlikeleri anlattı. Osmanlı Devleti’nin bundan sonraki bütün fedâkârlığı Arnavudların lehine yapacağını vâdetti. Katoliklerin başında bulunan papazlar da bu konuda çalışmaya yöneldiler,
İşkodra başpiskoposu işe bir resmiyet vermek suretiyle başlamak için Arnavutluk nâmına Hasan Rızâ Paşa’dan te’mînât istedi. Hasan Rızâ Paşa, Arnavudlarla yapılacak andlaşmanın ayrıntılarını papazlarla görüşmek üzere Es’ad Paşa’nın evine giderken, 30 Ocak 1913 günü akşamı tertiplenen bir sûikasd neticesinde silâhlı üç kişi tarafından vurularak şehîd edildi. Bu sûikasd, sultan İkinci Abdülhamîd Han’a hal’ini tebliğ edenler arasında bulunarak velinimetine hıyanet eden Es’ad Paşa Toptanî adındaki eski Drac meb’ûsu Arnavud tarafından tertiplenmişti.

 

Hasan Rızâ Paşa’nın vefâtından sonra da İşkodra savunması devam etti. Fakat İşkodra’da kumandayı ele alan Es’ad Paşa, derhâl Karadağ ordusuyla gizlice haberleşerek İşkodrayı düşmana teslim etti.

Kahraman ve cesur bir asker olan Hasan Rızâ Paşa, gayet ciddî ve sert bir kimseydi. Husûsî hayâtında latifeyi seven ve teklifsizce konuşan Paşa, vazifeyle ilgili konularda derhâl sesini ve tavrını değiştirirdi. Verdiği emirleri tâkib eder, gevşeklikleri affetmezdi, Açık sözlü bir kimse olup, birisi hakkında bildiğini yüzüne söylemekten çekinmezdi. Emrindeki birliklerin eğitimlerine ve bütün işlerine bizzat nezâret ederdi. En tehlikeli vazifeye en sevdiği kimseleri me’mur ederdi. Üstüne aldığı vazifeyi nâmûs mes’elesi addeder ve tam manâsıyla yerine getirmeye çalışırdı. Üst ve âmirlerine, kânun ve nizâmlara çok saygılı idi. Ordunun politikayla uğraşmasına karşıydı. Silâhlı kuvvetleri politikaya soktuğu için İttihâd ve Terakkî’yi tenkîd ederdi. Pâdişâha ve hükümete karşı olan ve kendi saflarında yer almasını isteyen kimselere karşı; “Ben bu hükümetin vâliliğini ve kumandanlığını kabul ettim. Bunun için ahd ettim ve yemin ettim. Verdiğim söze ters hareket etmek benim için nâmussuzlukdur. Ben vâli ve kumandan iken hükümet aleyhine en ufak bir teşebbüsü bile hoşgörü ile karşılamam, azamî şiddetle hareket ederim” derdi. Emrindeki subay ve erlerin itimâdını kazanmıştı. Kesin kararlı olup emirleri kat’î idi. Hatâsını anladığı konuda ısrar etmeyen, fazilet sahibi bir komutandı.

Video

DÖNEMİNE DAMGASINI VURMUŞ BİR KOMUTAN: ENVER PAŞA

Bu topraklar bu coğrafya nice kahramanlar nice tarihi şahsiyetler yetiştirmiş ve tarihin tozlu sayfalarında kendine yer bulmuşlardır. Kastamonu her yönüyle bir kültür ve medeniyet şehri. Külleri biraz aralayıp üflendikçe her defasında altından yeni yeni hayat hikâyeleri çıkıyor. İşte onlardan biri, bizden bir hayat hikâyesi.

Enver Paşa, bir devre mührünü vurmuş, imparatorluğun en uzun yüzyılının sonunda onu kurtarmak için yollar aramış ama genç yaşta büyük sorumluklar altına girmesi neticesinde verdiği karlar ile birçok sıkıntılara sebep olmuş bir general. Saraya damat olması dolayısıyla hızla yükseldi. İttihat ve Terakki’nin yönetimi almasıyla başkomutan vekili olarak tek söz sahibi oldu. Birinci dünya savaşını o ve arkadaşlarının kararı ile girdik. Çanakkale Destanı onun zamanında yaşandığı gibi Sarıkamış felaketi de onun zamanında yaşandı. Onun hayatında verdiği kararlar ile nelere sebep olduğunu, tarihteki yerini, yaptıklarının doğruluğunu ya da yanlışlığını tarihçiler zaten tartışıyorlar tartışmaya da devam edeceklerdir. Biz ise onun Kastamonulu bir kökenden geldiğini anlatmaya çalışalım:

Soyu Gagavuz Türelerindendir. Kırım, Moldova ve Ukrayna'da yaşayan Gagavuz Türklerinin bir bölümü XIX. yüzyılın başlarında Rus işgalinden kaçarak önce Romanya'ya sonra da Türkiye'ye gelmiştir. Türkiye'ye gelen Gagavuzların tamamına yakını dinlerini değiştirerek Müslüman olmuşlardır.

Enver Paşanın atalarından Killioğlu Abdullah (Efendi, Romanya'nın Kilya şehrinde doğdu. El dokuması kumaş satarak geçimini sağladı (Aile Bozkurt'a yerleştik­ten sonra da aynı işi yapmıştır.) Abdullah Efendiden sonra soy, Killioğ­lu Kocaağa ve Kahraman Beyle devam etti. Kahraman Ağa da Kilya'da doğdu. Rusların Romanya'yı da işgalinden sonra Kahraman Ağa ailesiyle Anadolu'ya göç etti. Abana'ya, buradan do Bozkurt'a geçerek Killi köyünün bulunduğu araziye yerleştiler. Bu araziye, Romanya'dan geldikleri bölgeye izafeten Killi adını koy­dular.

Kahraman Ağadan sonra aile Killioğlu Hüseyin Ağa ve Hacı Mustafa Kaptan'la devam etti. Hacı Mustafa Kaptan, Bozkurt'ta doğdu. Aile içi geçimsizlikten dolayı evini ve çocuklarını bırakarak, çalışmak üzere İstanbul'a gitti. Bu şehirde bir çıkrıkçının yanında çalışmaya başlayan Hacı Mustafa Kaptan, ustasının kızıyla evlendi. İkinci eşinden de üç çocuğu dünyaya geldi. Çocuklarından Kâmil Bey, Enver Paşanın dedesidir. Enver Paşanın babası Hacı Ahmet Bey, Hafız Kâmil Beyin altı çocuğundan biridir. Hacı Ahmet Beyin de üç oğlu doğar. Bunlar Enver, Nuri Paşalar ile Kâmil Beydir.

Enver Bey, babası Hacı Ahmet Bey, Nafia Nazırlığında fen memuru olarak çalışırken 23 Kasım 1881 tarihinde İstanbul'da doğdu. Manastır Askerî Rüştiyesi ve Askerî idadisini bitirerek girdiği Harp Okulundan 1899 yılında mezun olan Enver Beyin ilk görev yeri Makedonya'da 3. Ordudur. Burada genç su­baylarla Sultan II. Abdülhamit idaresine karşı bir isyan hareketi düzenledi. II. Meşrutiyet'in ilânının sağlanmasındaki katkılarından dolayı "Hürriyet Kahramanı" ilân edildi. 1909 yılında Hareket Ordusunda yer aldı. İttihat ve Terakki Partisinde etkili bir yer edindi. Mustafa Kemal'le Trablusgarp Savaşı'na katıldı (1911-1912). Ardından Balkan Savaşlarında kahraman­lıkları görüldü. 1914 baharında Osmanlı hanedanından Naciye Sultanla evlendi. Saraya damat olması, rütbesinin hızla yükselmesini sağladı.

I. Dünya Savaşı öncesinde Harbiye Nâzırı (Bakanı) ve Başkomutan Vekili sıfatıyla Osmanlı Ordusunun başına getirildi. Talât ve Cemal Paşalarla bir­likte büyük gayret gösterdiyse de yanlış strateji ve yanlış hamleler sonucunda I. Dünya Savaşı'nın kaybedilmesini, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasını engelleyemedi. Savaş suçlusu görüldüğünden Kasım 1918'de Osmanlı toprağını terk etti. Orta Asya'ya geçerek oradaki Türkleri teşkilâtlandırıp "Turan" idealini gerçekleştirmeye çalıştı. Ruslarla savaştı. 04 Ağustos 1922 günü Kurban Bayramı namazın­dan sonra Ruslar tarafından vuruldu. Türkistan'da Çegan Tepesi'ne gömüldü. Ağustos 1996'da kemikleri Türkiye'ye getirildi ve Şişli'de Hürriyet-i Ebediye Tepesi'ndeki anıt mezara gömüldü.

Her ne kadar kendisi Kastamonu ya da atalarının yaşadığı Abana ve Bozkurt’ da yaşamadıysa da kökeni Kastamonuludur.  O bizden biridir ve tarihteki yerini almıştır.

Bu topraklar bu coğrafya nice kahramanlar nice tarihi şahsiyetler yetiştirmiş ve tarihin tozlu sayfalarında kendine yer bulmuşlardır. Kastamonu her yönüyle bir kültür ve medeniyet şehri. Külleri biraz aralayıp üflendikçe her defasında altından yeni yeni hayat hikâyeleri çıkıyor. İşte onlardan biri, bizden bir hayat hikâyesi.

Enver Paşa, bir devre mührünü vurmuş, imparatorluğun en uzun yüzyılının sonunda onu kurtarmak için yollar aramış ama genç yaşta büyük sorumluklar altına girmesi neticesinde verdiği karlar ile birçok sıkıntılara sebep olmuş bir general. Saraya damat olması dolayısıyla hızla yükseldi. İttihat ve Terakki’nin yönetimi almasıyla başkomutan vekili olarak tek söz sahibi oldu. Birinci dünya savaşını o ve arkadaşlarının kararı ile girdik. Çanakkale Destanı onun zamanında yaşandığı gibi Sarıkamış felaketi de onun zamanında yaşandı. Onun hayatında verdiği kararlar ile nelere sebep olduğunu, tarihteki yerini, yaptıklarının doğruluğunu ya da yanlışlığını tarihçiler zaten tartışıyorlar tartışmaya da devam edeceklerdir. Biz ise onun Kastamonulu bir kökenden geldiğini anlatmaya çalışalım:

Soyu Gagavuz Türelerindendir. Kırım, Moldova ve Ukrayna'da yaşayan Gagavuz Türklerinin bir bölümü XIX. yüzyılın başlarında Rus işgalinden kaçarak önce Romanya'ya sonra da Türkiye'ye gelmiştir. Türkiye'ye gelen Gagavuzların tamamına yakını dinlerini değiştirerek Müslüman olmuşlardır.

Enver Paşanın atalarından Killioğlu Abdullah (Efendi, Romanya'nın Kilya şehrinde doğdu. El dokuması kumaş satarak geçimini sağladı (Aile Bozkurt'a yerleştik­ten sonra da aynı işi yapmıştır.) Abdullah Efendiden sonra soy, Killioğ­lu Kocaağa ve Kahraman Beyle devam etti. Kahraman Ağa da Kilya'da doğdu. Rusların Romanya'yı da işgalinden sonra Kahraman Ağa ailesiyle Anadolu'ya göç etti. Abana'ya, buradan do Bozkurt'a geçerek Killi köyünün bulunduğu araziye yerleştiler. Bu araziye, Romanya'dan geldikleri bölgeye izafeten Killi adını koy­dular.

Kahraman Ağadan sonra aile Killioğlu Hüseyin Ağa ve Hacı Mustafa Kaptan'la devam etti. Hacı Mustafa Kaptan, Bozkurt'ta doğdu. Aile içi geçimsizlikten dolayı evini ve çocuklarını bırakarak, çalışmak üzere İstanbul'a gitti. Bu şehirde bir çıkrıkçının yanında çalışmaya başlayan Hacı Mustafa Kaptan, ustasının kızıyla evlendi. İkinci eşinden de üç çocuğu dünyaya geldi. Çocuklarından Kâmil Bey, Enver Paşanın dedesidir. Enver Paşanın babası Hacı Ahmet Bey, Hafız Kâmil Beyin altı çocuğundan biridir. Hacı Ahmet Beyin de üç oğlu doğar. Bunlar Enver, Nuri Paşalar ile Kâmil Beydir.

Enver Bey, babası Hacı Ahmet Bey, Nafia Nazırlığında fen memuru olarak çalışırken 23 Kasım 1881 tarihinde İstanbul'da doğdu. Manastır Askerî Rüştiyesi ve Askerî idadisini bitirerek girdiği Harp Okulundan 1899 yılında mezun olan Enver Beyin ilk görev yeri Makedonya'da 3. Ordudur. Burada genç su­baylarla Sultan II. Abdülhamit idaresine karşı bir isyan hareketi düzenledi. II. Meşrutiyet'in ilânının sağlanmasındaki katkılarından dolayı "Hürriyet Kahramanı" ilân edildi. 1909 yılında Hareket Ordusunda yer aldı. İttihat ve Terakki Partisinde etkili bir yer edindi. Mustafa Kemal'le Trablusgarp Savaşı'na katıldı (1911-1912). Ardından Balkan Savaşlarında kahraman­lıkları görüldü. 1914 baharında Osmanlı hanedanından Naciye Sultanla evlendi. Saraya damat olması, rütbesinin hızla yükselmesini sağladı.

I. Dünya Savaşı öncesinde Harbiye Nâzırı (Bakanı) ve Başkomutan Vekili sıfatıyla Osmanlı Ordusunun başına getirildi. Talât ve Cemal Paşalarla bir­likte büyük gayret gösterdiyse de yanlış strateji ve yanlış hamleler sonucunda I. Dünya Savaşı'nın kaybedilmesini, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasını engelleyemedi. Savaş suçlusu görüldüğünden Kasım 1918'de Osmanlı toprağını terk etti. Orta Asya'ya geçerek oradaki Türkleri teşkilâtlandırıp "Turan" idealini gerçekleştirmeye çalıştı. Ruslarla savaştı. 04 Ağustos 1922 günü Kurban Bayramı namazın­dan sonra Ruslar tarafından vuruldu. Türkistan'da Çegan Tepesi'ne gömüldü. Ağustos 1996'da kemikleri Türkiye'ye getirildi ve Şişli'de Hürriyet-i Ebediye Tepesi'ndeki anıt mezara gömüldü.

Her ne kadar kendisi Kastamonu ya da atalarının yaşadığı Abana ve Bozkurt’ da yaşamadıysa da kökeni Kastamonuludur.  O bizden biridir ve tarihteki yerini almıştır.

Video

BİR KAHRAMAN: DELİ HALİD PAŞA

Deli Halid Paşa (Halid Karsıalan) 1883 yılında İstanbul- Eyüp’te doğdu. Sertliği, cesareti yüzünden Deli Halid lakabıyla anıldı. Babası Kastamonulu bir subay olan Ahmet Bey, annesi ev hanımı Fatma Hanım’dır. 1903 yılında Harbiye’yi bitirip, genç bir piyade teğmeni olarak Türk ordusuna katıldı. Subaylık hayatı boyunca 1908’de Yemen’de asi Araplarla, 1911’de Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı, 1912-1913’de Balkan Savaşı’nda Bulgarlar ve Sırplar ile Balkan çetecilerine karşı, 1914-1918’de Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkaslar ’da Ruslara, İngilizlere, Gürcü ve Ermenilere karşı savaştı. 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra Kafkaslar ’da İngilizlerin oyunlarını bozduğu için İngilizler tarafından arandı. İngilizlere teslim olmadı. İngilizler onu bulmak için ailesinin İstanbul’daki evini defalarca bastı, annesi bile sorguya çekilerek eziyet gördü; kardeşi tutuklandı. Bağımsızlık için Trabzon ve çevresinde milli örgütler kurdu.

Deli Halid Paşa (Halid Karsıalan) 1883 yılında İstanbul- Eyüp’te doğdu. Sertliği, cesareti yüzünden Deli Halid lakabıyla anıldı. Babası Kastamonulu bir subay olan Ahmet Bey, annesi ev hanımı Fatma Hanım’dır. 1903 yılında Harbiye’yi bitirip, genç bir piyade teğmeni olarak Türk ordusuna katıldı. Subaylık hayatı boyunca 1908’de Yemen’de asi Araplarla, 1911’de Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı, 1912-1913’de Balkan Savaşı’nda Bulgarlar ve Sırplar ile Balkan çetecilerine karşı, 1914-1918’de Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkaslar ’da Ruslara, İngilizlere, Gürcü ve Ermenilere karşı savaştı. 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra Kafkaslar ’da İngilizlerin oyunlarını bozduğu için İngilizler tarafından arandı. İngilizlere teslim olmadı. İngilizler onu bulmak için ailesinin İstanbul’daki evini defalarca bastı, annesi bile sorguya çekilerek eziyet gördü; kardeşi tutuklandı. Bağımsızlık için Trabzon ve çevresinde milli örgütler kurdu.

Erzurum ve Sivas kongrelerinde milli güçler lehine etkili oldu. 1919-1922’de İstiklâl Savaşı’nda önce Doğu Cephesi’nde Ermenilere karşı savaştı, Sarıkamış ve Kars’ı kurtardı. Sonra Batı Cephesi’nde Yunanlılar ile çarpıştı; destanlar yazdı. Büyük Taarruz ’da 18 Eylül 1922’ye kadar Marmara Bölgesi’ni Anadolu’daki son Yunan askerlerinden temizledi. Deli Halid “ Vatan bizimdir, kaçan haindir, düşmana sırtını döneni vururum, ben dönersem siz de beni vurun!” diye emir verebilen, üzerinde taşıdığı iki tabancadan sağdakine namuslu, soldakine namussuz, namuslu ile düşmana, namussuzla hainlere sıkan, düşman üstüne Fetih suresini ezberden okuyarak gidebilen bir Serdengeçti idi. Savaş meydanlarında 13 defa yaralandı.

Meclis’te tartışma

“Kel Ali, Meclis kürsüsünde yaptığı bir konuşmada Paşaların Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı ortaya koydukları bu muhalefeti “Paşalar Hükümeti” kurmak istiyorlar” diyerek kinayeli bir şekilde eleştirmişti. Deli Halid Paşa, Kel Ali’nin bu sözlerine oldukça sinirlenmiş, “Sen Paşalara hakaret mi ediyorsun? Sana emr ü kumanda etmiş insanlara kinayeli laf atmaya sıkılmıyor musun” diye bağırmıştı. Kel Ali Bey ise hemen alttan alarak kendisinin de asker olduğunu bu sebeple sarf ettiği bu sözlerini hakaret olarak almamasını söylemesi üzerine Deli Halid Paşa: “Sen askersin amma Paşa değilsin. Neden Paşalığa terfi edemediğini de, bende senin kadar bilirim diyerek sert çıkmış, bunu “Harp Malullerinin Terfihi Kanunu”nun görüşmelerinde yaşananlar takip etmişti.

Bu kanuna çok önem veren Deli Halid Paşa, gazi ve ailelerinin haklarını savunarak: “Harp malullerinin şu harpte, bu harpte malul olmuşlardır diye ayrı ayrı muamelelere tabi tutulmaları doğru değildir. Düşman karşısında kahramanca dövüşürken yaralanıp malul olan her yiğit, aynı muameleyi görmeli, halbuki siz beyler, İstiklal Harbi malullerini nakdi mükafatla arazi vermek suretiyle taltif ediyor, diğer harp malullerini bu taltiften mahrum bırakıyorsunuz, bu doğru değildir. Bütün harp malullerinin nakden ve arazi verilmesi suretiyle taltif edilmelerini teklif ediyorum” deyip de: “Hayır olamaz, o kadar paramız yok. Esasen bütçeyi bütün bütün sarsamayız-ve Afyon Mebusu Kel Ali’nin “Malul gazileri hemen bir araya toplayamazsınız” şeklindeki itirazlarına: “Ben Kars’tan arabalar dolusu ganimet ve mücevher yolladım, onlar nereye gitti? “ diyerek yolsuzlukları da dile getirmiş ve “Hiçbir teklifimi kabul etmiyorlar…Bu nedir böyle? Artık hiçbir şeye karışmayacağım! Diye tepkisini ortaya koymuştu. Deli Halid Paşa’yı ölüme götüren en önemli sebeplerden biri de bu yolsuzluk iddiası olmuştu.

Deli Halid Paşa’nın vurulması olayı

 

“Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 10 Şubat 1925 tarihli nüshasında “Müessif Bir Vak’a” başlığı ile yer almış ve haberde: “Afyon Mebusu Ali Bey Ardahan Mebusu Halid Paşa arasında dün müessif bir hadise olmuştur.” Denilerek hatıratlara ve basına yansıyan şekliyle ayrıntıları verilmekteydi.

Bu tartışmanın akabinde “Deli Halid Paşa’nın vurulduğu gün olan 9 Şubat 1925 günü yaşanan olaylar, El-Aziz Mebusu Hüseyin Bey’in baytarlar hakkında hazırlamış olduğu bir takriri bazı arkadaşlarına imza ettirirken, hatırını sayacağını tahmin ettiği Halid Paşa’ya da koridorda tesadüf edince uzatmış, “Paşam, lütfen sen de imzalar mısın?” demiş fakat zaten sinirli olan Halid Paşa’nın “okumadan imza etmem! Diye reddetmesiyle patlak vermiş ve Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ndeki resmi tebliğe şu satırlarla yansımıştı:

Hadise nasıl olmuştu?

“Büyük Millet Meclisi Riyaseti’nden tebliğ olunmuştur:

Bugün saat altıya doğru Meclis koridorlarında Ardahan Mebusu Halid Paşa ile Afyonkarahisar Mebusu Ali Bey arasında müessif bir vaka tahaddüs etmiştir. Divan Riyasetince istima edilen şuhudun ifadelerine nazaran vaka ber-vech-i ati cereyan etmiştir.

Halid Paşa, El-Aziz Mebusu Hüseyin Bey’le tahaddüs eden münakaşadan mütevellid heyecan ve hiddet ve infialini teskin için tavassutda bulunan ve iki arkadaş arasında bir hadise vukuna meydan vermemeye çalışan Afyonkarahisar Mebusu Ali Bey’e karşı birden bire izhar-ı şiddetle artık Hüseyin Bey’le olan nizaını terk eylediğini ifade etmiş ve Meclis’in medhal koridorunda her iki cebinden çıkardığı iki rovelverle Ali Bey üzerine ateş etmeğe başlamıştır. Bunun üzerine Ali Bey tahfiz için geri geri gitmekte iken merdiven basamağına ayağı takılarak arkası üstü düşmüş ve Halid Paşa, Ali Bey’in üzerine tekrar saldırmıştır. Bu boğuşma neticesinde Ali Bey hafif surette yüzünden ve Ardahan Mebusu Halid Paşa karnından mecruh olmuştur. Meclis Divan Riyaseti icra eylediği tahkikat-ı evveliyeyi müteakib derhal Ankara Mahkeme-i Asliye-i Müdde-i Umumiliği’ni davet ve tahkikat-ı evveliye evrakı ile beraber kendisine tevdi-i keyfiyet eylemiştir.

Müdde-i Umumi’lik alelusul takibat ve tahkikat-ı kanuniyeye devam etmektedir. Halid Paşanın ahval-i sıhhiyesinde bir vahamet olmadığı müdavata başlayan etıbba tarafından temin olunmaktadır.

Halid Paşa’nın tedavisini icra etmek üzere Reisicumhur Hazretleri tarafından Operatör Orhan Tahsin Bey’in Ankara’ya davet edildiği haber alınmıştır.”

Deli Halid Paşa: “Kel’i (Kel Ali’yi) altıma aldım, hergele Rauf beni arkamdan vurdu!”

Bu hadise, günümüze kadar olayın şahitleri ve dönemin basın mensupları tarafından iki farklı bakış açısı ve anlatanların siyasi açıdan iktidar ve muhalefet olarak mensup oldukları tarafa göre dillendirilmiş ve değerlendirilmişti. Resmi tebliğde yer almayan bilgilere göre; Cebelibereket(Osmaniye) Mebusu Avni Bey ve Rize Mebusu Rauf Bey, boğuşmaya müdahale etmişlerdi. Kendisine soranlara ve Mustafa Kemal Paşa’ya: “Kel’i (Kel Ali’yi) altıma aldım, hergele Rauf beni arkamdan vurdu! Cevabını veren Halid Paşa, Meclis’teki muhasebe odasına götürülmüş ve bir masa üzerine yatırılmıştı. Haberde belirtildiği gibi Reisicumhur tarafından Operatör Orhan Tahsin Bey’in Ankara’ya gelişine değin Halid Paşa’yı hiç kıpırdatmamak kararı verilmişti. Kurşun kalbinin beş parmak altından geçerek dalağını yırtmıştı!

İfadesi bile alınmamış

Bu süre zarfında Halid Paşa’nın “sıhhi durumu gerekçe gösterilerek” ifadesi bile alınmadı. Olay mahkemeye intikal ettirilmedi. Meclis’e gelip, Halid Paşa’yı görmeden “gayet gizli tahkikat” yapan sorgu hâkimi: “Halid Paşa’nın karnından yaranmış olmasına bakarak Afyonkarahisar Mebusu Kel Ali’nin nefsi müdafaada bulunduğu” şeklinde zabıt düzenledi. Deli Halid Paşa ise son nefesine kadar kendisini “Rauf Bey’in vurduğunu söyleyecekti.

Deli Halid Paşa’nın ölümü

Beş gün sonra, 14 Şubat 1925 bu odadan, hastahaneye kaldırılmayan ve büyük bir sağlık ihmali neticesinde Milli Mücadele’nin unutturulan kahramanlarından Deli Halid Paşa’nın cenazesi çıkarıldı. Yapılan devlet töreninin ardından vasiyeti gereğince Eyüp’te toprağa verildi. “Girdiği savaşlarda dokuz kez yaralanmış Halid Paşa’nın mezarı, Milli Mücadele’nin komutanlarından olarak 11 Ağustos 1983 tarihli 2876 sayılı yasayla devlet mezarlığına nakledildi ve adı geçen yasa ile kurulan Atatürk Araştırma Merkezi” onur üyeliğine seçildi.

 

 

Erzurum ve Sivas kongrelerinde milli güçler lehine etkili oldu. 1919-1922’de İstiklâl Savaşı’nda önce Doğu Cephesi’nde Ermenilere karşı savaştı, Sarıkamış ve Kars’ı kurtardı. Sonra Batı Cephesi’nde Yunanlılar ile çarpıştı; destanlar yazdı. Büyük Taarruz ’da 18 Eylül 1922’ye kadar Marmara Bölgesi’ni Anadolu’daki son Yunan askerlerinden temizledi. Deli Halid “ Vatan bizimdir, kaçan haindir, düşmana sırtını döneni vururum, ben dönersem siz de beni vurun!” diye emir verebilen, üzerinde taşıdığı iki tabancadan sağdakine namuslu, soldakine namussuz, namuslu ile düşmana, namussuzla hainlere sıkan, düşman üstüne Fetih suresini ezberden okuyarak gidebilen bir Serdengeçti idi. Savaş meydanlarında 13 defa yaralandı.

Meclis’te tartışma

“Kel Ali, Meclis kürsüsünde yaptığı bir konuşmada Paşaların Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı ortaya koydukları bu muhalefeti “Paşalar Hükümeti” kurmak istiyorlar” diyerek kinayeli bir şekilde eleştirmişti. Deli Halid Paşa, Kel Ali’nin bu sözlerine oldukça sinirlenmiş, “Sen Paşalara hakaret mi ediyorsun? Sana emr ü kumanda etmiş insanlara kinayeli laf atmaya sıkılmıyor musun” diye bağırmıştı. Kel Ali Bey ise hemen alttan alarak kendisinin de asker olduğunu bu sebeple sarf ettiği bu sözlerini hakaret olarak almamasını söylemesi üzerine Deli Halid Paşa: “Sen askersin amma Paşa değilsin. Neden Paşalığa terfi edemediğini de, bende senin kadar bilirim diyerek sert çıkmış, bunu “Harp Malullerinin Terfihi Kanunu”nun görüşmelerinde yaşananlar takip etmişti.

Bu kanuna çok önem veren Deli Halid Paşa, gazi ve ailelerinin haklarını savunarak: “Harp malullerinin şu harpte, bu harpte malul olmuşlardır diye ayrı ayrı muamelelere tabi tutulmaları doğru değildir. Düşman karşısında kahramanca dövüşürken yaralanıp malul olan her yiğit, aynı muameleyi görmeli, halbuki siz beyler, İstiklal Harbi malullerini nakdi mükafatla arazi vermek suretiyle taltif ediyor, diğer harp malullerini bu taltiften mahrum bırakıyorsunuz, bu doğru değildir. Bütün harp malullerinin nakden ve arazi verilmesi suretiyle taltif edilmelerini teklif ediyorum” deyip de: “Hayır olamaz, o kadar paramız yok. Esasen bütçeyi bütün bütün sarsamayız-ve Afyon Mebusu Kel Ali’nin “Malul gazileri hemen bir araya toplayamazsınız” şeklindeki itirazlarına: “Ben Kars’tan arabalar dolusu ganimet ve mücevher yolladım, onlar nereye gitti? “ diyerek yolsuzlukları da dile getirmiş ve “Hiçbir teklifimi kabul etmiyorlar…Bu nedir böyle? Artık hiçbir şeye karışmayacağım! Diye tepkisini ortaya koymuştu. Deli Halid Paşa’yı ölüme götüren en önemli sebeplerden biri de bu yolsuzluk iddiası olmuştu.

Deli Halid Paşa’nın vurulması olayı

 

“Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 10 Şubat 1925 tarihli nüshasında “Müessif Bir Vak’a” başlığı ile yer almış ve haberde: “Afyon Mebusu Ali Bey Ardahan Mebusu Halid Paşa arasında dün müessif bir hadise olmuştur.” Denilerek hatıratlara ve basına yansıyan şekliyle ayrıntıları verilmekteydi.

Bu tartışmanın akabinde “Deli Halid Paşa’nın vurulduğu gün olan 9 Şubat 1925 günü yaşanan olaylar, El-Aziz Mebusu Hüseyin Bey’in baytarlar hakkında hazırlamış olduğu bir takriri bazı arkadaşlarına imza ettirirken, hatırını sayacağını tahmin ettiği Halid Paşa’ya da koridorda tesadüf edince uzatmış, “Paşam, lütfen sen de imzalar mısın?” demiş fakat zaten sinirli olan Halid Paşa’nın “okumadan imza etmem! Diye reddetmesiyle patlak vermiş ve Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ndeki resmi tebliğe şu satırlarla yansımıştı:

Hadise nasıl olmuştu?

“Büyük Millet Meclisi Riyaseti’nden tebliğ olunmuştur:

Bugün saat altıya doğru Meclis koridorlarında Ardahan Mebusu Halid Paşa ile Afyonkarahisar Mebusu Ali Bey arasında müessif bir vaka tahaddüs etmiştir. Divan Riyasetince istima edilen şuhudun ifadelerine nazaran vaka ber-vech-i ati cereyan etmiştir.

Halid Paşa, El-Aziz Mebusu Hüseyin Bey’le tahaddüs eden münakaşadan mütevellid heyecan ve hiddet ve infialini teskin için tavassutda bulunan ve iki arkadaş arasında bir hadise vukuna meydan vermemeye çalışan Afyonkarahisar Mebusu Ali Bey’e karşı birden bire izhar-ı şiddetle artık Hüseyin Bey’le olan nizaını terk eylediğini ifade etmiş ve Meclis’in medhal koridorunda her iki cebinden çıkardığı iki rovelverle Ali Bey üzerine ateş etmeğe başlamıştır. Bunun üzerine Ali Bey tahfiz için geri geri gitmekte iken merdiven basamağına ayağı takılarak arkası üstü düşmüş ve Halid Paşa, Ali Bey’in üzerine tekrar saldırmıştır. Bu boğuşma neticesinde Ali Bey hafif surette yüzünden ve Ardahan Mebusu Halid Paşa karnından mecruh olmuştur. Meclis Divan Riyaseti icra eylediği tahkikat-ı evveliyeyi müteakib derhal Ankara Mahkeme-i Asliye-i Müdde-i Umumiliği’ni davet ve tahkikat-ı evveliye evrakı ile beraber kendisine tevdi-i keyfiyet eylemiştir.

Müdde-i Umumi’lik alelusul takibat ve tahkikat-ı kanuniyeye devam etmektedir. Halid Paşanın ahval-i sıhhiyesinde bir vahamet olmadığı müdavata başlayan etıbba tarafından temin olunmaktadır.

Halid Paşa’nın tedavisini icra etmek üzere Reisicumhur Hazretleri tarafından Operatör Orhan Tahsin Bey’in Ankara’ya davet edildiği haber alınmıştır.”

Deli Halid Paşa: “Kel’i (Kel Ali’yi) altıma aldım, hergele Rauf beni arkamdan vurdu!”

Bu hadise, günümüze kadar olayın şahitleri ve dönemin basın mensupları tarafından iki farklı bakış açısı ve anlatanların siyasi açıdan iktidar ve muhalefet olarak mensup oldukları tarafa göre dillendirilmiş ve değerlendirilmişti. Resmi tebliğde yer almayan bilgilere göre; Cebelibereket(Osmaniye) Mebusu Avni Bey ve Rize Mebusu Rauf Bey, boğuşmaya müdahale etmişlerdi. Kendisine soranlara ve Mustafa Kemal Paşa’ya: “Kel’i (Kel Ali’yi) altıma aldım, hergele Rauf beni arkamdan vurdu! Cevabını veren Halid Paşa, Meclis’teki muhasebe odasına götürülmüş ve bir masa üzerine yatırılmıştı. Haberde belirtildiği gibi Reisicumhur tarafından Operatör Orhan Tahsin Bey’in Ankara’ya gelişine değin Halid Paşa’yı hiç kıpırdatmamak kararı verilmişti. Kurşun kalbinin beş parmak altından geçerek dalağını yırtmıştı!

İfadesi bile alınmamış

Bu süre zarfında Halid Paşa’nın “sıhhi durumu gerekçe gösterilerek” ifadesi bile alınmadı. Olay mahkemeye intikal ettirilmedi. Meclis’e gelip, Halid Paşa’yı görmeden “gayet gizli tahkikat” yapan sorgu hâkimi: “Halid Paşa’nın karnından yaranmış olmasına bakarak Afyonkarahisar Mebusu Kel Ali’nin nefsi müdafaada bulunduğu” şeklinde zabıt düzenledi. Deli Halid Paşa ise son nefesine kadar kendisini “Rauf Bey’in vurduğunu söyleyecekti.

Deli Halid Paşa’nın ölümü

Beş gün sonra, 14 Şubat 1925 bu odadan, hastahaneye kaldırılmayan ve büyük bir sağlık ihmali neticesinde Milli Mücadele’nin unutturulan kahramanlarından Deli Halid Paşa’nın cenazesi çıkarıldı. Yapılan devlet töreninin ardından vasiyeti gereğince Eyüp’te toprağa verildi. “Girdiği savaşlarda dokuz kez yaralanmış Halid Paşa’nın mezarı, Milli Mücadele’nin komutanlarından olarak 11 Ağustos 1983 tarihli 2876 sayılı yasayla devlet mezarlığına nakledildi ve adı geçen yasa ile kurulan Atatürk Araştırma Merkezi” onur üyeliğine seçildi.

 

 

Video

MİRALAY BÜYÜK KOMUTAN: DADAYLI HALİT BEY

2 Eylül 1922 günü Uşakta Bölmelik Tepede Yunan Kuvvetleri Başkumandanı General TRİKOPİS ve General Dijennis, Albay Yuvanis, Albay Kalinalisi esir almıştır. Atatürk tarafından Millet Meclisine çağrılmış, Milletvekilliği ve Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü yapmıştır. 1884 yılında Dadayın Kelebek mahallesinde doğmuştur. Baba adı Hüseyin, ana adı Necibedir. Hatip İsa Oğullarındandır. Annesi Müderris Vehbi Efendinin kızıdır. İlk tahsilini Dadayda yaptıktan sonra Kastamonu Sultanisine girdi. 1899 yılında naklen geçtiği Kastamonu Askeri Rüştiyesini 1900 yılında, aynı yıl girdiği Bursa Askeri Rüştiyesini 1903te bitirdi. 1906da Harbiyeden ve 1909 yılında Harp Akedemisinden mezun oldu. Kurmaylık stajını yapmak üzere merkezi Şamda bulunan 5. Ordu emrine verilen Halit Bey, 1910 yılında Havranda patlak veren Dürziisyanı ve Kerek sancağında çıkan aşiretlerin ayaklanmasının bastırılmasında görev aldı. Stajdan sonra Halep Redif Fırkası Kurmay Başkanlığına, 1913te Bağdattaki 13. Kolordu Kurmaylığına, ardından Ankara Redif Müfettişliği Kurmay Başkanlığına, daha sonra da Şamda bulunan 8. Kolordu Erkan-ı Harbiyesine tayin edildi. 



Halit Bey,1. Dünya Savaşında kolordusu ile birlikte Kanal Harekâtına katıldı. 9. Kasım 1915 Selmanıpak Meydan Muharebesinden sonra çekilen İngilizlerin takibinde ve Kut-ül Amarede General Townshendin 13. 000 kişilik tümeniyle birlikte esir edilişinde de bulundu. 1. Dünya Savası devam ederken 1918 Temmuzunda bir heyetin başında Almanyaya gönderildi. Dönüşünde Musuldaki 6. Ordu Kurmay Başkanlığına tayin edildi. 



Mondros Mütarekesinden (30 Ekim 1918) sonra 13. Kolordu Kurmay Başkanlığına getirilen Halit Bey, İngilizlerin Güneydoğuda bir Kürt devletinin kurulması ve bazı vilayetlerin Ermenistana katılmasını sağlamak maksadı ile bölgeye gönderdiği Binbaşı Nowil adında ki bir ajanın, aşiretleri kışkırtıp isyanlar çıkarma gayretlerine karşı bölgede başarılı çalışmalar yaptı. İstanbul Hükümetinin emriyle Sivas Kongresinin dağıtılması için çalışan Elazığ Valisi Ali Galibin hedefine ulaşamamasında ve Binbaşı Nowilin kışkırtmasıyla hazırlanan Malatya olayının bastırılmasında büyük gayreti görüldü. 



Milli Mücadele başladıktan sonra Aralık 1920de Ankaraya giderek Milli Müdafaa Vekaleti Sevkiyat ve Nakliyat Dairesi Umum Müdürlüğüne tayin edildi. Bu görevde iken 2. İnönü Zaferinin kazanılmasında büyük rol oynayan ihtiyat kuvvetlerinin İnönüye zamanında ve düzenli bir şekilde sevkini sağladı ve takdir gördü. Sakarya savaşlarında 3. Kafkas Tümen Kumandanı olarak tekrar cepheye döndü. 9 Ekim 1921 de tayin edildiği 1. Ordu Kurmay Başkanlığından, Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa (Sabis) ile çıkan bir anlaşmazlık sebebiyle 3 Ocak 1922 günü istifa etti ve 27 Ocak 1922 de 5. Kafkas Tümen Kumandanlığına getirildi. 26 Ağustosta başlayan ve beş gün süren Büyük Taarruz sırasında üstün gayretleri görüldü. 2 Eylül 1922 günü yanındaki bazı komutanlarla birlikte teslim olan Yunan Başkumandanı General Trikopisi esir aldı ve bu başarısından dolayı Mustafa Kemal Paşa tarafından kutlanarak 31 Ağustos 1922den geçerli olmak üzere Büyük Millet Meclisi Hükümetince Miralaylığa terfi ettirildi. 3 Eylül1922.



Nisan 1923te Atatürkün isteği üzerine siyasete atılan Halit Beyin seçim bölgesi olan Kastamonuda tespit ettiği listedeki adaylar seçildi, kendisi de 19 Temmuz 1923te mazbatasını alarak mebus oldu. Bu tarihten sonra fiili askerlik hayatı sona erdi. 



3 Mart 1924te Cumhuriyet Halk Fırkasından istifa etti. Halk Fırkasından ayrılan Rauf Orbay, Adnan Adıvar gibi bir grup mebusla birlikte Kazım Karabekir Paşanın başkanlığında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına girdi. Takrir-i Sükun Kanununa dayanılarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılması üzerine bağımsız kalan Halit Beyin mebusluğu 1 Kasım 1927de sona erdi. 14Şubat 1929 da miralaylıktan emekli oldu.

Soyadı kanunundan sonra Akmansü soyadını alan Halit Beyin, Misak-ı Milli sınırları içinde müstakil bir Türkiyenin kurulmasında önemli hizmetleri geçti. 10 Şubat 1953te ölen ve Karacaahmet Mezarlığına defnedilen Akmansü, 27 Eylül 1988de Ankaradaki Devlet Mezarlığına nakledildi. 

HALİT BEY(AKMANSU)

 

1884'de Kastamonu/Daday'da dünyaya geldi. 

GÖREVLERİ;
Halep Redif Kurmayı, 13, 8. Kolordu Kurmayı, Kal'atul Necim Grup Komutanı, 13. Kolordu Kurmayı Harekât Şubesi Müdürü, 52. Fırka Kurmay Başkanı, 6. Ordu Harekât Şubesi Müdürü, 18. Kolordu Kurmay Başkanı, 6. Ordu Kurmay Başkanı, MUSUL'UN TAHLİYESİ GÖRÜŞMELERİNDE ORDU KURMAY BAŞKANI, Müdâfaa-i Milliye Vekâleti Nakliyat Umûm Müdürü, Anadolu ve Bağdat Demiryolları Umûm Müdürü, 3. ve 5. Kafkas Kumandanı, 1. Ordu Kurmay Başkanı - II. Dönem Kastamonu Milletvekili. 
İSTİKLÂL MADALYASI SAHİBİ...
ÖLÜM TARİHİ: 10.02.1953

2 Eylül 1922 günü Uşakta Bölmelik Tepede Yunan Kuvvetleri Başkumandanı General TRİKOPİS ve General Dijennis, Albay Yuvanis, Albay Kalinalisi esir almıştır. Atatürk tarafından Millet Meclisine çağrılmış, Milletvekilliği ve Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü yapmıştır. 1884 yılında Dadayın Kelebek mahallesinde doğmuştur. Baba adı Hüseyin, ana adı Necibedir. Hatip İsa Oğullarındandır. Annesi Müderris Vehbi Efendinin kızıdır. İlk tahsilini Dadayda yaptıktan sonra Kastamonu Sultanisine girdi. 1899 yılında naklen geçtiği Kastamonu Askeri Rüştiyesini 1900 yılında, aynı yıl girdiği Bursa Askeri Rüştiyesini 1903te bitirdi. 1906da Harbiyeden ve 1909 yılında Harp Akedemisinden mezun oldu. Kurmaylık stajını yapmak üzere merkezi Şamda bulunan 5. Ordu emrine verilen Halit Bey, 1910 yılında Havranda patlak veren Dürziisyanı ve Kerek sancağında çıkan aşiretlerin ayaklanmasının bastırılmasında görev aldı. Stajdan sonra Halep Redif Fırkası Kurmay Başkanlığına, 1913te Bağdattaki 13. Kolordu Kurmaylığına, ardından Ankara Redif Müfettişliği Kurmay Başkanlığına, daha sonra da Şamda bulunan 8. Kolordu Erkan-ı Harbiyesine tayin edildi. 



Halit Bey,1. Dünya Savaşında kolordusu ile birlikte Kanal Harekâtına katıldı. 9. Kasım 1915 Selmanıpak Meydan Muharebesinden sonra çekilen İngilizlerin takibinde ve Kut-ül Amarede General Townshendin 13. 000 kişilik tümeniyle birlikte esir edilişinde de bulundu. 1. Dünya Savası devam ederken 1918 Temmuzunda bir heyetin başında Almanyaya gönderildi. Dönüşünde Musuldaki 6. Ordu Kurmay Başkanlığına tayin edildi. 



Mondros Mütarekesinden (30 Ekim 1918) sonra 13. Kolordu Kurmay Başkanlığına getirilen Halit Bey, İngilizlerin Güneydoğuda bir Kürt devletinin kurulması ve bazı vilayetlerin Ermenistana katılmasını sağlamak maksadı ile bölgeye gönderdiği Binbaşı Nowil adında ki bir ajanın, aşiretleri kışkırtıp isyanlar çıkarma gayretlerine karşı bölgede başarılı çalışmalar yaptı. İstanbul Hükümetinin emriyle Sivas Kongresinin dağıtılması için çalışan Elazığ Valisi Ali Galibin hedefine ulaşamamasında ve Binbaşı Nowilin kışkırtmasıyla hazırlanan Malatya olayının bastırılmasında büyük gayreti görüldü. 



Milli Mücadele başladıktan sonra Aralık 1920de Ankaraya giderek Milli Müdafaa Vekaleti Sevkiyat ve Nakliyat Dairesi Umum Müdürlüğüne tayin edildi. Bu görevde iken 2. İnönü Zaferinin kazanılmasında büyük rol oynayan ihtiyat kuvvetlerinin İnönüye zamanında ve düzenli bir şekilde sevkini sağladı ve takdir gördü. Sakarya savaşlarında 3. Kafkas Tümen Kumandanı olarak tekrar cepheye döndü. 9 Ekim 1921 de tayin edildiği 1. Ordu Kurmay Başkanlığından, Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa (Sabis) ile çıkan bir anlaşmazlık sebebiyle 3 Ocak 1922 günü istifa etti ve 27 Ocak 1922 de 5. Kafkas Tümen Kumandanlığına getirildi. 26 Ağustosta başlayan ve beş gün süren Büyük Taarruz sırasında üstün gayretleri görüldü. 2 Eylül 1922 günü yanındaki bazı komutanlarla birlikte teslim olan Yunan Başkumandanı General Trikopisi esir aldı ve bu başarısından dolayı Mustafa Kemal Paşa tarafından kutlanarak 31 Ağustos 1922den geçerli olmak üzere Büyük Millet Meclisi Hükümetince Miralaylığa terfi ettirildi. 3 Eylül1922.



Nisan 1923te Atatürkün isteği üzerine siyasete atılan Halit Beyin seçim bölgesi olan Kastamonuda tespit ettiği listedeki adaylar seçildi, kendisi de 19 Temmuz 1923te mazbatasını alarak mebus oldu. Bu tarihten sonra fiili askerlik hayatı sona erdi. 



3 Mart 1924te Cumhuriyet Halk Fırkasından istifa etti. Halk Fırkasından ayrılan Rauf Orbay, Adnan Adıvar gibi bir grup mebusla birlikte Kazım Karabekir Paşanın başkanlığında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına girdi. Takrir-i Sükun Kanununa dayanılarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının 3 Haziran 1925 tarihinde kapatılması üzerine bağımsız kalan Halit Beyin mebusluğu 1 Kasım 1927de sona erdi. 14Şubat 1929 da miralaylıktan emekli oldu.

Soyadı kanunundan sonra Akmansü soyadını alan Halit Beyin, Misak-ı Milli sınırları içinde müstakil bir Türkiyenin kurulmasında önemli hizmetleri geçti. 10 Şubat 1953te ölen ve Karacaahmet Mezarlığına defnedilen Akmansü, 27 Eylül 1988de Ankaradaki Devlet Mezarlığına nakledildi. 

HALİT BEY(AKMANSU)

 

1884'de Kastamonu/Daday'da dünyaya geldi. 

GÖREVLERİ;
Halep Redif Kurmayı, 13, 8. Kolordu Kurmayı, Kal'atul Necim Grup Komutanı, 13. Kolordu Kurmayı Harekât Şubesi Müdürü, 52. Fırka Kurmay Başkanı, 6. Ordu Harekât Şubesi Müdürü, 18. Kolordu Kurmay Başkanı, 6. Ordu Kurmay Başkanı, MUSUL'UN TAHLİYESİ GÖRÜŞMELERİNDE ORDU KURMAY BAŞKANI, Müdâfaa-i Milliye Vekâleti Nakliyat Umûm Müdürü, Anadolu ve Bağdat Demiryolları Umûm Müdürü, 3. ve 5. Kafkas Kumandanı, 1. Ordu Kurmay Başkanı - II. Dönem Kastamonu Milletvekili. 
İSTİKLÂL MADALYASI SAHİBİ...
ÖLÜM TARİHİ: 10.02.1953

SULTAN MEHMET REŞAT'IN YAVERİ: ALİ RIZA PAŞA

1874 İnebolu doğumlu. Sultan Mehmet Reşad ' ın yaveridir. Hicaz ili Vali ve Komutan yaveri, Basra Torpidosu Süvarisi, Muâveneti Milliye Torpido Süvarisi, Berkisatvet kruvazörü Komutanı, Londra Sefareti Denizli Ateşesi, Turgut Reis Zırhlısı Süvarisi, Bahriye Nezareti Zat işleri Müdürü, Deniz Kurmay Başkanı, Deniz Müsteşarı, Merkez Sefine ve 1'inci Daire Başkanı, Londra Konferansı Denizli Müşaviri, İstanbul Liman Başkanı, Deniz Albayı, Londra Sefareti Deniz Ateşesi, İstanbul Liman Başkanı, Kalyon Kaptanı gibi görevlerde bulundu. Çeşitli nişanlar ve madalyalar sahibidir.

1874 İnebolu doğumlu. Sultan Mehmet Reşad ' ın yaveridir. Hicaz ili Vali ve Komutan yaveri, Basra Torpidosu Süvarisi, Muâveneti Milliye Torpido Süvarisi, Berkisatvet kruvazörü Komutanı, Londra Sefareti Denizli Ateşesi, Turgut Reis Zırhlısı Süvarisi, Bahriye Nezareti Zat işleri Müdürü, Deniz Kurmay Başkanı, Deniz Müsteşarı, Merkez Sefine ve 1'inci Daire Başkanı, Londra Konferansı Denizli Müşaviri, İstanbul Liman Başkanı, Deniz Albayı, Londra Sefareti Deniz Ateşesi, İstanbul Liman Başkanı, Kalyon Kaptanı gibi görevlerde bulundu. Çeşitli nişanlar ve madalyalar sahibidir.

Beğen

  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Pinterest Social Icon
  • Instagram Social Icon

Paylaş

Beğen

  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • YouTube Social  Icon
  • Pinterest Social Icon
  • Instagram Social Icon

Paylaş

bottom of page